Bu ayet Hafs Mushafı sırasına göre baştan 6231, sondan 6. ayet; 114. sure ve bu surenin 1. ayetidir. Bu ayetin kelime sayisi 4, harf sayısı 14 ve toplam ebced değeri ise 1253 olarak hesaplanmıştır.
Kul e’ûżu birabbi-nnâs(i)
1,2,3,4,5,6. De ki: “Cinlerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine, insanların Melik’ine, insanların İlâh’ına sığınırım.”
Allah Teâlâ insanları yaratıp maddî ve mânevî nimetleriyle hem bedenen hem de ruhen beslediği, yetiştirdiği, eğittiği için kendi zâtını rab ismiyle anmıştır. Râgıb el-İsfahânî, “mâlik ve hâkim” diye çevirdiğimiz 2. âyetteki melik kelimesini özetle şöyle açıklar: Melik, emir ve yasaklarla insan topluluğunu yöneten kişidir. Bu kelime özellikle akıllı varlıkları yöneten için kullanılır; meselâ “insanların meliki” denir, “eşyanın meliki” denmez (Müfredâtü’l-Kur’ân, “mlk” md.). Yönetilen bütün insanlar olunca kanunlarıyla, buyruk ve yasaklarıyla onların yöneticisi, mâlik ve hâkimi de Allah’tan başkası değildir. “Mâbud” diye çevirdiğimiz ilâhtan maksat da sadece kendisi ibadete lâyık olan Allah’tır (ilâh hakkında bilgi için bk. Kur’an Yolu, Bakara
2:163). Allah Teâlâ bütün mahlûkatın rabbi olduğu halde burada üç âyette de, “insanlar”ın tekrarlanarak vurgulanması, onların mahlûkatın en üstünü ve en şereflisi olduğuna işarettir. Ayrıca dünyada insanları yöneten hükümdarlar, krallar ve bunları tanrı sayıp tapan kavimler geçmişte görülmüştür, bugün de farklı boyut ve tezahürlerde görülebilmektedir. Bu sebeple sûrede insanların rablerinin de, hükümdarlarının da, ilâhlarının da sadece Allah olduğuna ve yalnızca O’na sığınmak, O’na tapmak, O’nun hükümranlığını tanımak gerektiğine dikkat çekilmiştir.
“Şeytan” diye çevirdiğimiz vesvâs kelimesi, vesveseden türemiş, aşırılık ifade eden bir sıfat olup “çokça vesvese veren” demektir. Vesvese “şüphe, tereddüt, kuruntu, gizli söz, kişinin içinden geçen düşünce” demektir; terim olarak, “zihinde irade dışı beliren ve kişiyi kötü ya da faydasız bir düşünce ve davranışa sürükleyen kaynağı belirsiz fikir, şüphe ve kuruntu” anlamına gelir. Bir kimseye böyle bir düşünceyi telkin etmeye de “vesvese vermek” denir. Vesvese genel olarak insanı kötü, din ve ahlâk dışı davranışlara yönelten bir iç itilme olarak hissedilir. Bu anlamdaki vesvesenin kaynağı şeytandır. Nitekim birçok âyette şeytanın insana vesvese verdiği ifade edilmiştir (meselâ bk. A‘râf
7:20; Tâhâ
20:120). Kötülük sembolü olan şeytan, gerçek bir varlığa sahip olmakla birlikte onun insan üzerindeki etkisini psikolojik yolla gerçekleştirdiği düşünülmektedir (geniş bilgi için bk. Hayati Hökelekli, “Vesvese”, İFAV Ans., IV, 458). Vesvesenin bir diğer kaynağı ise kişinin nefsidir; Kaf sûresinin 16. âyeti de bunu ifade etmektedir.
Vesvâs kelimesi hem insanlara vesvese veren görünmez şeytanı hem de insanları yoldan çıkarmak ve onlara kötülük yaptırmak için gizlice tuzak kuran insan şeytanlarını, şeytan karakterli insanları ifade eder. “Sinsi” diye tercüme ettiğimiz hannâs kelimesi ise “gizli hareket eden ve geride kalmayı âdet haline getiren” anlamında bir sıfattır.
Sûrede cin ve insan şerrinden Allah’a sığınmayı isteyen buyruk, bizce belirsiz bir kaynaktan veya içimizden gelen arzu, duygu ve düşünceler karşısında uyanık olmayı, bunları akıl, vicdan ve dinî değerler süzgecinden geçirmeyi de içermektedir.
Son âyet-i kerîmeden de anlaşıldığı üzere insanları aldatmaya ve doğru yoldan saptırmaya çalışan iki tür şeytan vardır: Birincisi cin şeytanlarıdır ki bunlar insanların içine vesvese düşürerek onları yanlış yola sürüklemek isterler. Her insanın, kendisini kötülüklere sürüklemeye, kötü işleri onun gözünde güzel göstermeye çalışan bir şeytanı vardır. Nitekim Hz. Peygamber, her insanın kendine ait bir cini (şeytanı) bulunduğunu bildirmiştir (Dârimî, “Rikak”, 25; Müsned, I, 385). Başka bir hadiste de “Şeytan âdemoğlunun kan damarlarında dolaşır” buyurulur (bk. Buhârî, “Ahkâm”, 21). İnsanları doğru yoldan saptıran diğer şeytan ise insan şeytanlarıdır. Bunlar, gerçeklik ve değer ölçülerini kaybetmiş, kendilerini nefsânî haz ve arzuların akıntısına kaptırmış, bu mânada şeytanın esiri olmuş, temiz fıtratını kirletmiş, görünmeyen şeytanlar gibi kötülük ve sapkınlık davetçisi olmuş insanlardır.
De ki: “İnsanların Rabbine sığınırım.
1,2,3. De ki: Ben insanların Rabbine sığınırım. İnsanların yöneticisine. İnsanların ilâhına. [824]
[824] Nâs sûresi ve genel ilkeler için bk. Bayraklı, KUR’ÂN TEFSÎRİ, XXI, 465; 473.
De ki: “İnsanların Rabb'ine sığınırım;
De ki: “İnsanların Rabbine sığınırım,
De ki: Sığınırım insanların Rabbine.
Ey peygamber ve O'nun yolunda gidenler! Hepiniz şöyle söyleyerek dua edin: “Ben, insanların hayatlarının proğramını çizen, onların Rabbi Allah'a yalvarır, O'na sığınırım.
“Yaratan, yaşama kabiliyeti gücü ve varlıklara işleyiş düzeni veren, koruyan, kontrol eden insanların Rabbine sığınırım.” de.
De ki: "İnsanların Rabbine sığınırım.
De ki: İnsanların Rabbine sığınırım.
(Ey Rasûlüm,) de ki: Sığınırım insanların Rabbine,
De ki: İnsanların sahip ve terbiyecisi olan,
1,2,3,4,5,6. Diyesin ki sen: «İnsan olsun, cin olsun, gönlü işkillendiren kaypakların şerrinden, insanların taptığına, insanların egemeni olana, insanların Tanrısına sığınırım ben»
De ki: “Ben insanların Rabbine sığınırım,
1,2,3,4,5,6. De ki: "İnsanlardan ve cinlerden ve insanların gönüllerine vesvese veren o sinsi vesvesecinin şerrinden, insanların Tanrısı, insanların Hükümranı ve insanların Rabbi olan Allah'a sığınırım."
1, 2, 3, 4, 5, 6. De ki: İnsanların kalplerine vesvese sokan, (insan Allah'ı andığında) pusuya çekilen cin ve insan şeytanının şerrinden insanların Rabbine, insanların Melikine (mutlak sahip ve hakimine) insanların İlâhına sığınırım!
De ki, "Sığınırım halkın Rabbine,"
De ki: Sığınırım ben insanların Rabbine,
De ki sığınırım Rabbına nâsın
De ki: Sığınırım insanların Rabbine,
De ki: “Nâs'ın (insanların) Rabbine sığınırım!”
Deki “İnsanların Rabbine sığınırım.”
1, 6. De ki: İnsanların Rabbine, insanların mâliki ve padişahına, insanların mâbuduna; insanların kalbine vesvese verip zikr-i İlâhi/den geri giden müvesvisin, perilerden olsun, insanlardan olsun şerlerinden sığınırım [⁴].
[3] Medine'de nâzil olmuştur. (6) âyettir.[4] Felâk Sûresinde bedene verecek zarardan, Nâs Sûresinde ruha verecek zarardan Tanrı'ya sığınmak vardır. Selâmet-i ruhun, selâmet-i bedenden mukaddem ve ehem olmasına mebni birincide Tanrı'nın bir vasfı, ikinci, de üç vasfı zikrolunmuştur.
De ki: “İnsanların Rabbine sığınırım.”
(Mekke’de nazil olmuştur ve 6 ayettir. Nâs, insanlar demektir.)
Ey Müslüman! Dünyada ve âhirette kurtuluşa ulaşabilmek için Yaratıcıya nasıl yakarmanız gerektiğini öğretmek üzere, kendi benliğine ve tüm insanlığa seslenerek de ki: Bakın, ey insanlar! Sığınırım ben; insanların Rabb’ine; onları besleyen, terbiye eden, yetiştiren, yöneten, yönlendiren ve koruyan Allah’a.
Mekke döneminin ilk yıllarında, Felak sûresinin hemen peşinden nazil olmuştur. Adını, ayetlerin sonunda tekrar edilen “en-Nâs: İnsanlar” kelimesinden almıştır. 6 ayettir. Bir önceki sûrede, kendilerinden Allah’a sığınmamız gereken kötülükler tanıtılmıştı. Burada ise, kendisine sığınmamız gereken Allah’ın Rab, Melik, İlâh olduğu anlatılıyor ve bütün kötülüklerin kaynağı olan insan ve cin “şeytan”larına işâret ediliyor. Rabb; terbiye eden, yetiştiren, eğiten, hayatın programını yapan yetkili varlık demektir. Buna göre insanın yaptığı şeyleri ona yaptırtan, yapmadıklarını da yaptırtmayan güç onun rabbidir.Melik; hükümdar, kral, padişah demektir. Bu kelimenin kökünde, sahip ve hakim olma anlamı vardır. Varlık O’nun olduğu için, varlık üzerinde yönetim hakkı da O’nundur.İlâh; kulluk ve itaate lâyık kutsal varlık, yani tanrı demektir. Allah, insanların yegane Rabb’i, Melik’i, İlâh’ı olduğundan O’ndan başka hiçbir varlığa kulluk edilmemeli, dünya ve ahiret saadeti için yanlızca O’nun hükümlerine itaat edilmeli ve yalnızca O’na sığınılmalıdır.
De ki: -“Sığınırım İNSANLAR’ın rabbine;
1,2,3. (Ey Muhammed!) De ki: “Ben, bütün insanların hem hâkimi, bütün insanların hem de ilâhı1 olan tüm insanların Rabbine2 sığınırım,”
1 İlâh: Lügatta, örtünmek, gizlenmek, alışmak ve kulluk anlamına gelir. Kendisine ibadet edilen, her şeyden çok sevilen, tazim ve tesbih edilen mutlak varlık. İslâmiyet'in saf tevhid akîdesi, tapılacak, ibadet edilecek; kâinatın ve eşyanın yaratıcısı ve yoktan var edicisi olarak sadece Allah'ı kabul etmektir. Bu yüzden, Allah lâfzı sadece İslâm'ın kabul ettiği ilah inancının özel ismi'dir. (اَللّٰهُ) ismi, türemiş veya başka bir dilden Arapça’ya nakledilmiş bir isim olmayıp özel isimdir. İsmin, sahibi olan Allah, bir olduğu için, ikili ve çoğulu da yoktur. O, “ilah” kabul edildiği için Allah değil, Allah olduğu için ma’bud’dur. Eğer bir şeye tapılırsa o şey, o zaman “ilah” olur, ama tapınma bittiği an onun ilahlığı da biter. Hâlbuki insanlar, Allah’ı ma’bud tanısın veya tanımasın O, zatından ma’buddur. Ona her şey ibadete ve kulluğa borçludur. Esasen diğer dinlerde tapınılması kabul edilen şeylere “ilah” denilmesi doğru değildir. Türkçedeki “tanrı” kelimesi de “ilah” kelimesinin karşılığı değildir. Olsa olsa “put” kelimesinin karşılığı olabilir. Kelime-i Tevhid’deki “ilah” kelimesiyle “Allah” kelimesi aynı anlama gelir. Bu sebeple Kelime-i Tevhidin, “Allah’tan başka ilah yoktur” şeklindeki tercümesi doğru değildir. Zira Kelime-i Tevhid, böyle tercüme edilirse Allah’ın dışında bazı ilahların olduğu, fakat bizim o ilahları kabul etmeyip reddettiğimiz anlaşılır. (لا إله إلا الله) daki “kasr” tercümeye yansıtılırsa tercümenin: “tek ilah Allah’tır” şeklinde olması gerekir ki en doğrusu da budur. Bk. (Fatiha: 1) 2 Rab: Terbiye anlamına bir mastar olduğu halde mübalâğa kastı ile terbiye edici anlamında kullanılmıştır. Mübalâğa anlamından dolayı rab, sade mürebbî anlamında değil, terbiyenin bütün gereklerine sahip kuvvetli ve en mükemmel terbiye edici demektir ve sahip ve malik anlamlarına dahi gelir. Bu sebeple Allah’a ve peygamberlerine inanan kimselerin Allah’tan başka kanun koyucu tanımaması gerekir. Zaten âlemlerde kanun koyma hak ve yetkisi sadece Âlemlerin Rabbi Allah’a aittir. Bk. (Fatiha: 2)
DE Kİ: “Sığınırım ben insanların Rabbine,
De ki: Sığınırım ben Rabbine insanlığın. 23/97-98, 41/36
(EY muhatap!) De ki: “Sığınırım ben Rabbine insanlığın;
De ki: «Nâsın Rabbine sığınırım.»
De ki: İnsanların Rabbine,
De ki: "Sığınırım ben, insanların Rabbine.
De ki “Sığınırım insanların Sahibine,
De ki:-İnsanların Rabbine sığınırım.
De ki: Sığınırım insanların Rabbine,
De ki: "İnsanların Rabbine sığınırım!
1-3. eyit: śıġınurın ādemįler çalabı’sına ādemįler pādişāhı ādemįler Tañrı’sı
Eyit yā Muḥammed: Ṣıġınurın ādemīleri yaradan Tañrıya,
(Ya Peyğəmbər!) De: “Pənah aparıram insanların Rəbbinə;
Say: I seek refuge in the Lord of mankind,
Say: I seek refuge(6307) with the Lord and Cherisher of Mankind,(6308)*
6307 The previous Surah pointed to the necessity of seeking Allah's protection against external factors which might affect an individual. Here the need of protection from internal factors, mankind being viewed as a whole, is pointed out. For this reason the threefold relation in which man stands to Allah is mentioned, as explained in the next note. 6308 Man's relation to Allah may be viewed in three aspects: (1) Allah is his Lord, Maker, and Cherisher; Allah sustains him and cares for him; He provides him with all the means for his growth and development, and for his protection against evil; (2) Allah is his king or ruler; more than any earthly king, Allah has authority to guide man's conduct, and lead him to ways which will make for his welfare; and He has given him laws; and (3) Allah is He to Whom mankind must return, to give an account of all their deeds in this life (
2:156); Allah will be the Judge; He is the goal of the Hereafter, and the only Being entitled to man's worship at any time. From all these aspects man could and should seek Allah's protection against evil.