[5227] Kur’an’ın iniş sürecinde mukatta‘ât (veya fevâtih) adı verilen harflerin yer aldığı ilk sûre. Taha ve Yâsîn ihtilaflı olmakla birlikte, 29 sûrenin başında, harf sayısı itibarıyla 1’den 5’liye kadar değişen ve Arap alfabesinin yarısı olan 14 çeşit harften oluşan bu harfler hakkında 40’a yakın görüş vardır. Yahudiler ebced hesabına yorup ümmetin yaşını hesap etmişlerdir. Bunların sembol olduğunu söyleyenler, neyin sembolü olduğu konusunda ihtilaf etmişlerdir. İbn Abbas Allah’ın en büyük ismi olduğunu düşünür, ancak “nasıl telif edileceğini ben de bilmiyorum” der. “İlâhî esmanın, meleklerin, elçilerin, başında geldiği sûrelerin sembolüdür” diyenler olmuştur. Bunların uyarı olduğunu söyleyenler de ikiye ayrılmıştır. Mesela Ebu Hayyan müşrikleri uyardığını söylerken, Râzî, vahye hazırlık babında Allah Rasûlü’nü uyardığını söyler. İbn Hazm, Kur’an’da tek müteşabihin mukatta‘at olduğunu söyler. Hz. Ebubekir’e göre, Allah’ın Kur’an’daki sırrıdır. Arapların bu harfleri inkâr ettiğine dair bir bilgi ulaşmadığına göre, bilinen bir işleve sahip olduğu düşünülmelidir. Kaldı ki Kur’an’da ‘anlam dışı’ hiçbir şey bulunmamaktadır. Tutarlı bir yoruma göre, bu harflerin başında geldiği sûreler Kur’an’dan söz ederler. Ne ki Ankebût ve Rûm bunun istisnasıdır. Kaldı ki başında Kur’an’dan söz ettiği halde mukattaatla başlamayan birçok sûre vardır. Müberred, Ferrâ, Taberî, Zemahşerî, Kurtubi, İbn Teymiyye, İbn Kesir gibi birçok otoriteye göre harfler Kur’an’ın mucize oluşunu ifade eder. Zımnen; “Kur’an kimsenin benzerini getiremeyeceği bir mucizedir, ilâhî kelâmdır. Eğer değil diyorsanız, işte harfler elinizde, haydi bu harflerle siz de benzerini getirin” anlamına gelir. Fakat, Kur’an bu meydan okumayı zaten açık ve net olarak birçok yerde yapmıştır (
2:23;
10:38;
11:13;
17:88;
52:34). Böylesine üstü kapalı bir yöntem, “meydan okuma” (tahaddi) kavramıyla pek de mütenasip durmaz (Ayrıntılı bir tahlil için bkz: Âişe Abdurrahmân, el-İ‘câz, s. 139-179). Nûna “hokka, cennet nehri, nurdan bir levha, büyük balık” mânası verenler de olmuştur. Ayrıca nûn, “kılıcın keskin ağzı”na denir. Bu takdirde nûn ve’l-kalem, “kılıç ve kaleme yemin olsun” anlamına gelir. Kalem ile benzerliğinden dolayı, “hokka” şıkkı diğerlerine tercih edilir. Görüldüğü gibi bu harflere dair yorumların sonu gelmeyecektir. Fakat bizce bu harfler, Allah Rasûlü’nün vahyin bir tek harfini bile zayi etmeden aktardığının yaşayan belgesi olarak orada durmaktadır.
[5228] Kalem, söz ile yazı arasındaki elçidir. Tıpkı hatip ile muhatap arasında hitabı taşıyan elçi/peygamber gibi, kalem de kelâmın elçisidir. İlk inen ‘Alak 4-5’te olduğu gibi, burada da Allah Rasûlü’nün dikkati “kaleme” ve “yazıya” çekilmektedir. Bununla, sözlü kültürün mensubu olan Allah Rasûlü’ne, vahyi kayıt altına aldırarak mü’minleri yazılı kültüre taşıma misyonu yüklenmektedir. Allah Rasûlü’nün vahyi yazdırması, bu mesajın gereğidir. Zaten, üzerine yemin edilerek belirlilik takısıyla gelen kalem “vahyi yazan kalem”, “yazdıkları” ise “vahiy”dir. Bu, mukatta‘a harfleriyle başlayan sûrelerin ortak vasfının, vahye atıf olduğu yorumuna da uygundur.