Bu ayet Hafs Mushafı sırasına göre baştan 790, sondan 5447. ayet; 6. sure ve bu surenin 1. ayetidir. Bu ayetin kelime sayisi 14, harf sayısı 68 ve toplam ebced değeri ise 7056 olarak hesaplanmıştır.
الحمد لله الذي خلق السموات والارض وجعل الظلمات والنور ثم الذين كفروا بربهم يعدلون
الحمدللهالذيخلقالسمواتوالارضوجعلالظلماتوالنورثمالذينكفروابربهميعدلون
Elhamdu li(A)llâhi-lleżî ḣaleka-ssemâvâti vel-arda vece’ale-zzulumâti ve-nnûr(a)(s) śümme-lleżîne keferû birabbihim ya’dilûn(e)
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur. Böyle iken inkâr edenler başka şeyleri Rablerine denk tutuyorlar.
Sûre, her yönden övgüye lâyık bulunanın sadece Allah olduğunu insanlara bildirmekle başlıyor. Çünkü O, bütün varlıklar âleminin yaratıcısıdır ve bundan dolayı ulûhiyyet vasfı yalnızca O’na aittir. Sûrenin ilk âyeti özel olarak, sözde kendilerine yardım ettiğini düşündükleri putlara inanan, onlara ulûhiyyet vasfı yükleyen ve darda kaldıklarında onlardan yardım dileyen müşriklere karşı bir reddiyedir. Nitekim Uhud Savaşı’nda kısmî bir başarı sağlayan müşriklerin kumandanı Ebû Süfyân, bu başarıyı putlarından bilerek müslümanlara karşı “Şanın yüce olsun Hübel! (müslümanlara seslenerek) Bizim Uzzâmız var, sizin Uzzânız yok” diyerek övünmüştü (Buhârî, “Megāzî”, 17). Ayrıca nimet ve yardım kimden gelirse gelsin, asıl nimet sahibinin Allah Teâlâ olduğunu düşünerek öncelikle O’na hamd ve teşekkür etmek gerektiğine de işaret edilmiştir.
Yüce Allah bütün mevcudatın, başka bir deyişle, var olan her bir şeyin yaratıcısı olduğu halde âyette O’nun, yer ve gökleri, karanlıkları ve ışığı yaratan olduğu hatırlatılmakla yetinilmiştir. Çünkü “yer” ve “gökler”, diğer yaratılmışları da kapsayan en kuşatıcı kavramlardır. Ayrıca realiteler âleminin pek çok nitelikleri bulunmakla birlikte, bunlar içinde bütün insanların en kolay ve yakından algılayabildikleri, genel olarak varlık kavramından sonra insan zihninin en temel gerçekler olarak farkına vardığı durumlar ışık ve karanlıktır. Nitekim ışık ve karanlığın varlık âlemiyle yakın ilgisinden dolayı bazı eski felsefî akımlarda ışık varlığın ilkesi, karanlık da yokluğun ilkesi sayılmış; yine bazı eski Doğu dinlerinde, özellikle Maniheizm’de biri “ışık tanrısı”, diğeri “karanlıklar tanrısı” olmak üzere iki tanrı kabul edilmiştir ki, söz konusu âyette ışığı da karanlıkları da yaratanın sadece Allah olduğu belirtilerek bu iki tanrı inancı reddedilmektedir. Öte yandan Hz. Îsâ ve Rûhulkudüs’e ulûhiyyet isnat eden Hıristiyanlık’la birlikte, insanlık tarihinde önemli bir yer tutmuş olan yıldız-gezegen kültüne dayalı paganist inançlar da çürütülmüş; böylece her ne suretle olursa olsun, rablerine eş koşan, başka varlıkları O’nun ulûhiyyetine denk tutarak fâni şeylere tanrı gibi sarılıp bunlara kul olan bütün zümreler tevhid ilkesinden saptıkları için “kâfirler” diye nitelenmiştir. Bu arada karanlıklar kelimesiyle inkâr çeşitlerine, ışıkla da imana işaret bulunduğu belirtilir. Nitekim birtek doğru inanç yolu bulunduğu için âyette ışık tekille (nur), birçok bâtıl inanç bulunduğu için de karanlık çoğulla (zulümât) ifade edilmiştir.
[Hamd] (övgü), gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah içindir. (Bunca delilden) sonra kâfir olanlar (hâlâ putları) Rableri ile denk tutuyorlar.
Burada geçen [ya‘dilûne] fiili “adaletli davranmak” değil, putperestlerin putlarını Yüce Allah’a denk tutmaları yani şirk koşmaları anlamındadır.
Her türlü övgü, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a aittir. Bunca delilden sonra hakikati inkâr edenler, başka güçleri Rabbleri ile denk tutarlar.[113]
[113] En‘âm sûresi hakkında genel bilgi için bk. Bayraklı, KUR’ÂN TEFSÎRİ, VI, 227.
Hamd¹, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a özgüdür. Yine de gerçeği yalanlayan nankörler ilahlarını Rabb'leriyle denk tutuyorlar.
1- Yüce, Güçlü ve Övgüye Değer Yegâne Varlık.
Her türlü Hamd ve övgü, gökleri ve yeri yaratan, karanlığı ve aydınlığı (var edip gerekli) kılan Allah’adır. (Böyle olmasına rağmen) İnkâr edenler (hâlâ birtakım kişileri ve güçleri) Rablerine denk tutup (küfre kaymaktadır).
Hamd Allah'a ki gökleri ve yeryüzünü halketti, karanlıkları ve ışığı yarattı, sonra da kafir olanlar, taptıklarını Rableriyle denk tutarlar.
Her türlü eksiksiz övgüler, gökleri ve yeri yaratan, karanlığı ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Ama bunca ayet ve delillerden sonra, Allah'tan gelen gerçekleri örtbas edenler, hâlâ Allah'tan başka şeylere ilahlık yakıştırarak, onları Allah'a denk tutuyorlar.
Sûrenin ana konusu İslâm inancıdır. Sûre İslâm inancının tek Allah’a, ahirete ve peygamberlere inanç gibi belli başlı ilkelerini farklı yönlerden anlatırken kâfir ve müşriklerin yanlış inançlarını reddederek yaptıklarına cevap verir ve onları uyarır. Sûre akışı içerisinde çeşitli işkencelerle karşılaşan Hz. Peygamber ve izleyicilerini teselli eder. Ayrıca Araplar İbrahim soyundan olmakla övündükleri için İbrahim peygamberin olayına değinilerek böylece putperest Arapların karşı çıktıkları Hz. Muhammed’in misyonunun İbrahim peygamberle aynı olduğu hatırlatılarak ispatlanır. Yine aynı bağlamda ayetlerde eleştirilen yahudilere Kur’ân ayetlerinin Tevrat’la karşılaştırılıp arasındaki benzerlik gösterilerek Kur’ân’a inanmamak hakkındaki gereksiz mazeretlerini bırakıp kıyamet gününün azabından kurtulmaları için Kur’ân hidayetini benimsemelerine davet ve öğretilere yer verilen bu sûreye 83. ayetinde geçen huccet kelimesinden dolayı “Huccet = Sağlam delil” adı da verilir.
Gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a hamdolsun. Bunca âyet ve delillerden sonra, Rablerini inkârda ısrar edip, küfre sapanlar, hâlâ kulluk ve ibadette, Rablerine denk varlıklar icat ediyorlar.
Gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı vareden Allah'a hamdolsun. Sonra, inkarcılar Rabblerine başkalarını denk tutuyorlar.
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı (nuru) kılan Allah'adır. (Bundan) Sonra bile inkâr edenler, Rablerine (bir takım varlıkları ve güçleri) denk tutuyorlar.
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı yapan Allah'a mahsustur. Sonra da Rablerini tanımıyanlar, ona, putları denk tutuyorlar.
Bütün hamd (övgü ve sena) gökleri ve yeri şekillendirip yaratan, karanlığı ve aydınlığı var kılan O Allah’a mahsustur. (Allah kâinatı bu ikilem üzerine yarattı. İnsanları imtihana tabi tuttu. Varlığının delillerini apaçık olarak onlara gösterdi. Fakat bu imtihan sonucunda) kâfir olanlar, Rab ve sahiplerinden (Allah’tan) yüz çeviriyorlar.
(Son cümleye; insanlar Rablerine eşler koşuyorlar, şeklinde de meal verilebilir.)
Göklerle, yeri, karanlıkları, ışınlığı yaratan Allaha hamd olsun, böyle iken kâfirler onunla putları denk tutuyorlar !
Her türlü övgü, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a aittir. Buna rağmen inkârcılar, başka güçleri Rableri ile eş tutuyorlar!
Ayette “karanlık” çoğul, “aydınlık” tekil kalıbıyla/kipiyle gelmiştir. Zira karanlık; şirk, küfür, zulüm, isyan ve fitne gibi kötü eylemlerin tamamını ihtiva eder. Nur ise; iman için kullanılır, bu da Hakk’ın tek olduğunu gösterir.
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı vareden Allah'a mahsustur. Öyle iken, inkar edenler Rablerine başkalarını eşit tutuyorlar.
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. (Bunca âyet ve delillerden) sonra kâfir olanlar (hâla putları) Rab'leri ile denk tutuyorlar.
Övgü, gökleri ve yeri yaratan, karanlığı ve ışığı vareden ALLAH'a yaraşır. Buna rağmen, inkarcılar Rab'lerini başkalarıyla denk tutuyor.
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Böyleyken kâfirler hâlâ Rablerine başkalarını eşit sayıyorlar.
Hamd o Allahın hakkıdır ki Gökleri ve yeri yarattı zulmetleri ve nuru yaptı, sonra da Hakkı tanımayanlar bunları kendilerini yaratana denk tutuyorlar
Hamd olsun — O gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden — Allaha. Kâfir olanlar (bunca âyet ve delillerin zuhurundan) sonra (bunları veya bunlardan bir kısmını) haalâ Rableriyle denk tutuyorlar.
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur.(1) Sonra, inkâr edenler (hâlâ bu putları) Rablerine denk tutuyorlar!
(1)“Hiç mümkün müdür ki: Bir baharı halk edemeyen (yaratamayan) ve bütün meyveleri îcâd edemeyen ve yeryüzünde sikkeleri (mühürleri) bir olan bütün elmaları inşâ edemeyen; onların bir misâl-i musağğarı (küçük bir nümûnesi) olan bir elmayı halk edip ve o elmayı ni‘met olarak birisine yedirsin, şükrünü kazansın, Mahmûd-ı bil‘ıtlâk’a (sonsuz hamde lâyık olan Allah’a) hamd noktasında iştirâk etsin(ortak olsun)? Hâşâ! (Aslâ!) Çünki bir elmayı halk eden kim ise, bütün dünyaya gelen elmaları îcâd eden(yaratan) yine O olabilir.” (Mektûbât, 20. Mektûb, 68-69)
Gökleri ve yeri yaratıp, sonra karanlığı ve aydınlığı var eden Allah yalnızca övülmeye layık olan O dur. Buna rağmen gerçekleri inkâr edenler, başkalarını Rablerine eşit tutuyorlar.
Gökleri, yeri yaratan, karanlıkları, aydınlığı yapan Allah/a hamdolsun. Bu kudreti gördükten sonra kâfir olanlar yine onu rableri olan putlarıyle beraber tutuyorlar.
[1] Sûre-i Celîle Mekkî'dir (165) âyettir.
Bütün övgüler, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. (Bunca ayet ve delillerden) Sonra küfre sapanlar rablerine (başkalarını) eşit tutuyorlar.
(Bu sure Mekke’de nazil olmuştur ve 165 ayettir. Surenin bazı ayetlerinde Arapların kurban edilen hayvanlarla ilgili birtakım gelenekleri kınandığı için sureye En’âm suresi denmiştir. En’âm; koyun, keçi, deve, sığır ve manda cinslerini bir arada ifade eden bir kelimedir.)
Hamd; gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a aittir. Her türlü övgüye, teşekküre lâyık olan, sadece O’dur. Gerçek anlamda övülmek O’nun hakkıdır ve yalnızca O’na yaraşır. Çünkü kâinatı yoktan var eden ve gecesi-gündüzüyle, ışığı-karanlığıyla ona bu mükemmel sistemi veren O’dur. Hâl böyleyken, kâfirler, bunca hârikaları gözleriyle gördükleri hâlde, hâlâ birtakım sahte ilâhları, efendileri, önderleri Rab’lerine denk tutuyorlar. Oysa ki:
Adını, putperestlerin kurbanlık hayvanlarla ilgili bâtıl inanç ve geleneklerinin ele alındığı 136 ve 138. ayetlerde geçen “enâm: hayvanlar” kelimesinden almıştır. Mekke devrinin ikinci yarısında indirilmiştir. 165 ayettir.
Hamd olsun Allah’a; Yer’i ve Gökler’i yarattı. Karanlıklar’ı ve Aydınlığı yaptı.
Yine de inkâr edenler rabb’lerine denk tutuyorlar.
Hamd gökleri ve yeri (yoktan) yaratan, karanlıkları ve aydınlığı1 var eden Allah’a aittir. Böyleyken kâfirler, hâlâ Rablerine (başkalarını) denk tutuyorlar.
1 Burada karanlığın çoğul, aydınlığı tekil olması bu ifâdenin mecâzî olabileceğini çağrıştırmaktadır. Zîrâ karanlığın küfrün yerine kullanılması, küfrün çokluğuna, nurun îman yerine kullanılması ise hakkın tekliğine işaret olabilir. Bk. (Bakara: 257, Mâide: 16, Ra’d: 16, İbrahim: 1, 5, Ahzab: 43, Fâtır: 20, Hadid: 9, Talak: 1)
HER TÜRLÜ övgü, gökleri ve yeri yaratan, derin karanlığı ve (parlak) aydınlığı var eden Allah'a özgüdür: 1 Ama hakikati inkara şartlanmış olanlar, başka güçleri Rableri ile eş tutarlar!
Bütün övgüler, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur.1 Böyleyken Allah’tan gelen gerçekleri örtbas eden kâfirler başkalarını Rablerine denk tutuyorlar.2 11/2, 17/111, 18/1, 34/1, 226/98, 34/33
TÜM ÖVGÜLER gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a mahsustur.[1012] Buna rağmen tevhid hakikatini inkâr edenler, başkalarını Rablerine denk tutarlar.[1013]
[1012] Zımnen: Bilinmeyen her şeyi temsil eden “karanlık” şer tanrısı değil, Allah’ın yaratığıdır. Giriş âyetleri, bazı müfessirlerin de tesbit ettiği gibi, Eski Ahid’in Tekvin kitabının girişi ile konu benzerliğine sahiptir (Buhârî).
[1013] Allah’tan bağımsız bir alan yoktur. Dolayısıyla, yokluk ve karanlığı kendisine nisbet edeceğimiz bir ‘şer ilâhı’ da yoktur.
Hamd o Allah Teâlâ'ya mahsustur ki, gökleri ve yeri yaratmış ve zulmetler ile nûru var etmiştir. Sonra kâfir olanlar, (bunları) Rablerine denk tutuyorlar.
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'ın hakkıdır. Bir de kâfirler kalkmışlar, birtakım putları Rab'lerine eşit sayıyorlar!
Kur’ân’ın birçok âyetinde semâvat ve’l-ard (gökler ve yer) birlikte ve bu sıra ile geçer. Semâ: meleklerin mekânı, duaların kıblesi, temiz ruhların yükseldiği yer ve küresel yapısı ile yerküreyi her tarafından kuşatması, orada Allah’a hiç isyan edilmemesi, cennetin orada bulunması itibariyle ön sırada yer alır. Fakat arz tek başına ve küçük cirmiyle “göklere” denk tutulur. Bu da, Allah Teâlânın dünyaya yerleştirdiği zengin muhtevanın önemini gösterir. Peygamberlerin ve özellikle Hz. Muhammed (aleyhimüsselâm)’ın burada zuhuru göklere denk tutulması için yeterli bir sebep değil midir? O bütün âlemlere rahmet olarak gönderilmiş değil midir! [21,107]
Hamdolsun o Allah'a ki, gökleri ve yeri yarattı, karanlıkları ve aydınlığı var etti. Yine de inkarcılar, Rablerine eşler tutuyorlar.
Her şeyi güzel yapmak, gökleri ve yeri yaratmış, karanlıkları ve aydınlığı (nûru) oluşturmuş olan Allah’a mahsustur. Ama Rablerini görmezlikten gelenler (kafirlik edenler), başkasını O’na denk sayıyorlar.
Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'a mahsustur. Yine de kafirler Rab'lerine (başkalarını) denk tutuyorlar.
Hamd,(1) bütünüyle o Allah'a aittir ki, gökleri ve yeri yaratmış, karanlıkları ve aydınlığı var etmiştir. Yine de inkâr edenler, başkalarını Rablerine denk tutuyorlar.
(1) Övgü ve şükür anlamını taşıyan bu kelimenin daha geniş açıklaması için, Fatiha Sûresinde konu ile ilgili dipnotuna bakınız.
Hamd Allah'adır! O ki gökleri ve yeri yaratmış, karanlıklara ve nura vücut vermiştir. Sonra, gerçeği örtenler bunları Rablerine denk tutuyorlar.
ögmekliķ Tañrı’nuñdur ol kim yarattı gökleri daħı yiri daħı eyledi ķarañulıķları daħı aydınlıġı. andan anlar kim kāfir oldılar çalabı’larına berāber eylerler.
Şükr ol Tañrıya ki yaratdı gökleri ve yirleri daḫı, daḫı yaratdı ḳarañuluḳları aydınlıġı daḫı, andan ṣoñra kāfir olanlar Tañrılarına şirk getürürler.
Göyləri və yeri (yoxdan) xəlq edən, zülmətləri və nuru yaradan Allaha həmd (şükür və tə’rif) olsun! (Bu qüdrəti gördükdən) sonra kafir olanlar yenə (bütləri) öz Rəbbinə tay tuturlar.
Praise be to Allah, Who hath created the heavens and the earth, and hath appointed darkness and light. Yet those who disbelieve ascribe rivals unto their Lord.
Praise be Allah, Who created the heavens and the earth, and made the darkness and the light. Yet those who reject Faith hold (others) as equal,(834) with their Guardian-Lord.(835)*
834 'Adala has various meanings: (1) to hold something as equal to something else, as here; to balance nicely; (2) to deal justly, as between one party and another,
42:15; (3) to give compensation or reparation, or something as equivalent to something else,
6:70; (4) to turn the balance the right way, to give a right disposition, to give a just bias or proportion,
82:7; (5) to turn the balance the wrong way, to swerve, to show bias,
4:135. 835 The argument is threefold: (1) Allah created everything you see and know: how can you then set up any of His own creatures as equal to Him? (2) He is your own Guardian-Lord; He cherishes and loves you, how can you be so ungrateful as to run after something else? (3) Darkness and Light are to help you to distinguish between the true from the false: how then can you confound the true God with your false ideas and superstitions? There may also be a repudiation of the Duality of old Persian theology; Light and Darkness are not conflicting Powers; they are both creatures of Allah (Cf.
6:150).