Bu ayet Hafs Mushafı sırasına göre baştan 6131, sondan 106. ayet; 98. sure ve bu surenin 1. ayetidir. Bu ayetin kelime sayisi 12, harf sayısı 57 ve toplam ebced değeri ise 4107 olarak hesaplanmıştır.
لم يكن الذين كفروا من اهل الـكتاب والمشركين منفكين حتى تأتيهم البينة
لميكنالذينكفروامناهلالـكتابوالمشركينمنفكينحتىتأتيهمالبينة
Lem yekuni-lleżîne keferû min ehli-lkitâbi vel-muşrikîne munfekkîne hattâ te/tiyehumu-lbeyyine(tu)
Kitap ehlinden inkâr edenler ile Allah’a ortak koşanlar, kendilerine apaçık delil gelinceye kadar (küfürden) ayrılacak değillerdi.
Burada eleştiri konusu edilen “Ehl-i kitap”tan maksat, özellikle o dönemde Medine ve çevresinde yaşayan yahudilerle hıristiyanlar; “müşrikler”den maksat ise dönemin putperest Araplar’ıdır. Her ne kadar burada Hz. Peygamber’in yakın çevresinde bulunan iki grup inkârcı zikredilmişse de hüküm geneldir, bütün insanlığı ilgilendirmektedir. İlk âyet hakkında yapılan yorumları üç noktada özetlemek mümkündür: a) Müfessirlerin çoğunluğu bu âyeti, “Allah ve resulünü inkâr eden yahudiler, hıristiyanlar ve putperestler, kendilerine açık kanıt yani peygamber gelinceye kadar içinde bulundukları inkârcılıktan ayrılıp ona son vermeyeceklerdir” şeklinde yorumlamışlardır. b) Diğer bir yorum da şöyledir: Allah Teâlâ, Hz. Peygamber’in muhatapları olan Ehl-i kitap ile müşrikleri, –yeni bir ilâhî mesajın zamanı geldiği için– o mesajı göndermeden dünyadan ayırmayacaktır. c) Aynı âyet, söz konusu grupların, kendilerine elçi ve kanıt gelmedikçe, gönderilmedikçe cezalandırılmayacakları şeklinde de yorumlanmıştır (bk. Ebû Hayyân, VIII, 498; Şevkânî, V, 557-558). Bu son anlam âyetin bağlamına daha uygun görünmektedir. Yüce Allah, insanları iyiyi kötüden ayırt edecek yeteneklerle donatmış olmakla birlikte yine de, merhametinin bir sonucu olarak, açık kanıt göndermediği ve mesajının ulaşmadığı kimseleri yaptıklarından dolayı cezalandırmayacağını haber vermiştir. Nitekim bu husus, “Biz bir resul göndermedikçe azap edecek değiliz” (İsrâ
17:15) meâlindeki âyette daha açık bir şekilde ifade buyurulmuştur. 2. âyette, ilk âyette geçen kanıtın, “tertemiz sayfalar”ı okuyup Allah’ın emirlerini insanlara tebliğ etmek üzere Allah tarafından gönderilmiş olan Hz. Peygamber olduğu belirtilmiştir. “Tertemiz sayfalar” ise Kur’an’ın sayfaları olup “tertemiz” nitelemesi, “yalan, nifak, şüphe, sapkınlık ve yanlışlık vb. kusurlardan arınmış sayfalar” anlamını ifade eder (bk. Kurtubî, XXIX, 142). 3. âyet ise bu sayfalarda “kitaplar”, yani dosdoğru, hakkı bâtıldan ayıran ilâhî âyetler ve hükümler bulunduğunu bildirmektedir. Kur’an-ı Kerîm önceki kitapların hükümlerini içerdiği için de bu şekilde nitelendirilmiş olabilir.
[Beyyine](apaçık bir elçi) kendilerine gelinceye kadar kitap ehlinden ve müşriklerden bazı nankörler (küfürden) ayrılacak değillerdi.
Ayette geçen [el-beyyinetü] kelimesi “açık ve kesin delil” anlamına gelmekte, bir sonraki ayetin işaretiyle bunun “elçi, Hz. Muhammed” olduğu anlaşılmaktadır.
Kitap ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler, kendilerine apaçık delil gelinceye kadar tutumlarından vaz geçecek değillerdi. [786]
[786] Beyyine sûresi hakkında genel bilgi için bk. Bayraklı, KUR’ÂN TEFSÎRİ, XXI, 263.
Kitap Ehli'nden ve Müşriklerden gerçeği yalanlayan nankörler, kendilerine beyyine¹ gelmeden ayrılığa düşmüş değillerdi.
1- Kanıt içeren; açıklayıcı, açığa çıkarıcı bilgi.
Kitap Ehlinden ve müşriklerden (olan) kâfirler; kendilerine apaçık bir delil gelinceye kadar, (bulundukları bâtıl ve berbat durumdan) kopup-ayrılacak değillerdi. (Bu nedenle yeni bir peygambere ve İlahi vahye ihtiyaç vardı.)
Vaz geçemezlerdi kafirlikten kitap ehlinden kafir olanlar ve şirk koşanlar, kendilerine apaçık kesin bir delil gelmedikçe.
İster Allah'tan gelen gerçekleri örtbas eden kâfirler, ister bize de kitap verildi diyenler, isterse Allah'tan başkalarına ilahlık yakıştıranlardan olsun kendilerine apaçık delil gelinceye kadar hiçbir kimse bulundukları hayat tarzından ayrılacak değillerdir.
Kutsal kitaplarda müjdelenen, oğulları gibi tanıdıkları âdil önder Allah'ın Rasulü Muhammed, hak delil Kur'an ile tebliğ görevine başlayıncaya kadar, ehl-i kitaptan ve müşriklerden küfürde ısrar edenler, inkardan-yeni bir peygamber beklentisinden vazgeçmiş değillerdi.
Kitap ehlinden ve müşriklerden inkar edenler kendilerine açık bir delil gelinceye kadar (bağlı bulundukları dinden) ayrılacak değillerdi.
Kitap ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler, kendilerine apaçık bir delil gelinceye kadar, (bulundukları durumdan) kopup-ayrılacak değillerdi.
Ehl-i kitab (Yahûdi'lerle Hristiyanlar) ve müşriklerden (putlara tapanlardan) o kafir olanlar, kendilerine açık bir hüccet gelinceye kadar (üzerinde bulundukları dinden) ayrılacak değillerdi.
1, 3. Ehl-i kitaptan ve Allah’a ortak koşanlardan olan o kâfirler, haktan ayrı sayılmazlar Allah’tan onlara bir peygamber: beyine (açık delil) gelmedikçe.. Onlara doğru yasalar ve bilgiler olan tertemiz sahifeler (vahiy mesajlarını) okuyan Allah’tan gelen bir Peygamber...
1,2,3. Kitaplı olan kâfirler ile Tanrıya eş koşanlar —Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber onlara, doğru yazılmış kitaplardan, arı, duru sayfalar okuyan bir tanık gelene dek — dinlerinden ayrılmış değillerdir
Ehli Kitap olan (Yahudi ve Hıristiyanlardan) kâfir olanlarla müşrikler, kendilerine apaçık bir delil gelinceye kadar (üzerinde bulundukları dinden) ayrılacak değillerdi.
1,2,3. Kitap ehlinden ve ortak koşanlardan inkarcılar, kendilerine apaçık bir belge, içinde kesin ve en doğru hükümlerin bulunduğu arınmış sahifeleri okuyan, Allah katından bir Peygamber gelene kadar dinlerinden vazgeçecek değillerdi.
Apaçık delil kendilerine gelinceye kadar ehl-i kitaptan ve müşriklerden inkârcılar (küfürden) ayrılacak değillerdi.
Kitap halkının inkarcıları ve putperestler, kendilerine açık delil/kanıt gelmesine rağmen yollarını terketmezler.
Kitap ehlinden ve müşriklerden (Hakk'ı) tanımayanlar, kendilerine açık delil gelinceye kadar inkârlarından ayrılacak değillerdi.
Ehli kitab ve müşriklerden o küfredenler: infilâk edecek değildi gelinciye kadar kendilerine beyyine
1,2,3. Kitablardan ve müşriklerden küfredenler kendilerine apaçık bir hüccet, (ya'nî) içinde (kitabların) en doğru (hükümleri) yazılı, (baatıldan âzâde ve) temiz sahîfeleri okuyacak Allahdan bir peygamber gelinceye kadar (gûyâ intizaar edeceklerdi, dînlerinden) ayrılacak değillerdi.
Kitab ehlinden ve müşriklerden inkâr edenler, kendilerine beyyine (apaçık delil)gelinceye kadar (bulundukları dinden) ayrılacak kimseler değildi.
Ehli kitaptan ve Allah’a ortak koşanlardan doğruları inkâr edenler, kendilerine açıklayıcı ayetler gelinceye kadar, kendi inançlarından vazgeçmediler.
Ehl-i Kitap/tan ve müşriklerden kâfir olanlar, kendilerine aşikâr bir hüccet
[4] Medine'de nâzil olmuş (8) âyettir.
Kitab ehlinden ve müşriklerden küfre sapanlar, kendilerine (özürlerini ortadan kaldıracak) apaçık bir delil gelinceye kadar, (kendi hallerine) salıverilecek değillerdir.
(Açık delil manasına gelen ve birinci ayette geçen “beyyine” kelimesi sureye ad olmuştur. Talâk suresinden sonra Medine’de nazil olmuştur ve 8 ayettir. Bu surede küfre sapanlardan ve müşriklerden söz edilmiş, onların bazı davranışları anlatılmış, inanan ve iyi işler yapanların kurtuluşa ereceği ifade edilmiştir.)
İster Kitap Ehli olarak bilinen Hıristiyanlar ve Yahudiler olsun, isterse âhireti, Peygamberleri ve kutsal kitapları inkâr eden müşrikler olsun, Allah hakkında yanlış düşüncelere kapılarak inkâra saplananlar, kendilerine apaçık bir delil gelmedikçe ve içine saplandıkları bâtıl inancın yanlışlığını gözler önüne seren apaçık bir delil önlerine konmadıkça, durumlarını değiştirecek, zulüm ve inkârdan vazgeçecek değillerdi.
Hicretten hemen sonra indirilmiştir. Adını, birinci ayetinde geçen ve Kur’an’a işâret eden “Beyyineh: açık delil, kanıt” kelimesinden almıştır. 8 ayettir.
Kitap ehlinden ve Müşrikler’den inkâr etmiş olanlar, kendilerine BEYYİNE / Açık Belgeler gelinceye kadar ayrışmış değildi.
1,2,3. Kitap ehlinden1 ve müşriklerden2 olan kâfirler,3 kendilerine açık delil olarak, Allah tarafından gönderilen ve içerisinde en doğru hükümler bulunan, tertemiz sahifeleri okuyan bir Peygamber gelinceye kadar, (diğer kâfirlerden) ayırt edilecek değillerdi.4
1 Ehl-i Kitap: Kendilerine peygamberler vasıtasıyla kitap gönderilen geçmiş ümmetler demektir. Peygamber Efendimizin yaşadığı dönemde ve Arap yarımadasında “ehl-i kitap”tan anlaşılan, o bölgede yaşayan “Yahudiler ve Hıristiyanlar” idi. Bu sebeple de Kur’an kimin kastedildiğinin anlaşılması için bu Yahudi ve Hıristiyan toplumlarından önceleri ehl-i kitap olarak bahsetmiştir. Ancak daha sonra gelen ayetlerle bunların içerisinden bir kısım özellikleri taşıyanların ehl-i kitap sayılmayıp kâfir oldukları açıkça beyan edilmiştir. Kur’an’a göre Allah’a inanıp kendilerine gönderilen peygamberlere, peygamber olarak îman edenler, gerçek ehl-i kitaptır. Aslında Allah, Yahudilik ve Hıristiyanlık adı altında bir din göndermemiştir. Zira Allah’ın peygamberleri ile gönderdiği dinlerin genel adı, Kur’an’a göre “İslâm Dini”dir. Yahudilik ve Hıristiyanlık ise daha sonra insanların keyiflerine göre tanımladıkları dinlerin adıdır. Yahudiler ve Hıristiyanlar aşağıdaki sebeplerden dolayı ehl-i kitaplıktan ayrılmışlardır. 1- Yahudiler, Üzeyr’i, (Tevbe: 30) Hıristiyanlar da Hz İsa (a.s.)’ı Allah’ın oğlu, (Maide 17) olarak kabul etmişler ve böylece kâfir olmuşlardır. 2- Hıristiyanlar, Allah’ın dışında ayrıca hahamlarını, rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i kendilerine Rabler edinerek kâfir olmuşlardır. (Tevbe: 31) 3- Yahudiler ve Hıristiyanlar Allah’a oğullar isnat ederek şirk koşmuşlardır. (Beyyine: 1-3) 4- Yahûdîler: “Allah, insanlara hiçbir şey göndermemiştir” diyerek, Allah’ı lâyıkıyla tam olarak tanımlayamayarak ve gerçek Tevrat’ı basit kâğıt parçalarına dönüştürerek, kendi kitaplarını dahi inkâr etmişlerdir. (Maide: 91) 5- Hıristiyanlar, “Allah, ancak Meryem’in oğlu Mesih”tir diyerek de kesinlikle kâfir olmuşlardır. (Maide: 17) Bazıları “Gerek kitap ehlinden, gerekse müşriklerden olan kâfirler, Rabbinizden size herhangi bir hayır indirilmesini asla arzu etmezler. Hâlbuki Allah, Rahmetini dilediğine tahsis eder. Çünkü Allah, çok büyük lütuf sahibidir.” (Bakara 105) ayetini delil gibi göstererek, “Yahudi ve Hristiyanların bazen şirke düşseler de şirki hayat tarzı haline getirmediklerini” söyleyerek ehl-i kitap yağcılığı yapsalar da bu ve benzeri birçok ayete göre “ehl-i kitap olduğu söylenen” Yahudi ve Hristiyanlar tam bir kâfir ve müşriktir. Konuyla ilgili geniş açıklama için Bk. (Nisa: 59, 162 ve dipnotları)2 Müşrik: Kur’an’da iki manada kullanılır ki biri zahirî, diğeri hakikîdir. Zahirî müşrik, açıktan açığa Allah’a eş koşan ve birden fazla ilaha inananlardır. Buna göre Ehl-i Kitab’a müşrik denmez. Hakikî müşrik de hakikaten tevhide ve İslam’a iman etmeyen gayr-i müslimler’dir. Bu manaya göre Ehl-i Kitab olan Yahudi ve Hıristiyanlar dahi müşriktirler. Zira bunlar zahiren tevhit iddialarına rağmen hakikatte Allah’a çocuk isnat ederler. Konuyla ilgili geniş açıklama için Bk. (Bakara: 221, Tevbe: 28 ve dipnotları)3 Burada kastedilen kâfirler, öncelikle ehl-i kitaptan olduklarını iddiâ edip de Allah’a çocuk isnat edenlerdir. Bunlar, Kur’an’a ve Rasûlullah’a îman etmedikleri müddetçe kâfirdirler ve bunlar hakkında kâfirlere uygulanan hükümler uygulanır. Bk. (Bakara: 105, Mâide: 72, 73, Tevbe: 30, Ankebut: 46, Haşr: 2, 11, Beyyine: 1, 6) 4 Bunlar işte o “oku” diye okunması emrolunan Kur’ân sayfaları ve Kur’ân sûreleridir. O kâfirler, böyle temiz sayfalar okuyacak bir Allah Rasulü gelinceye kadar bulundukları hâl ve vaziyetten, din ve inançtan ayrılacak değillerdi. Öyle bir “beyyine” gelmedikçe tamamen hak ve tevhit dinini bilip de yerleşecek ve hallerini değiştirecek bir durumda bulunmuyorlardı ve bunda özürlü olabilirlerdi. Çünkü “Biz, bir peygamber göndermedikçe kimseye azap etmeyiz.” (İsra: 15) âyeti bunu bildirmektedir. Fakat öyle bir beyyine, bir Allah Rasulü geldikten sonra küfre sapıp da eski hallerinden ayrılmamakta ısrar etmelerine hiç bir sebep ve mazeret olamazdı. Yani, onların foyaları, Hz. Peygamber ve Kur’an gelince ortaya çıktı. Zîrâ onlar, daha önce en doğru kimselerin kendileri olduğunu, söyleyerek halkı kandırıyorlardı. (Elmalılı)
HAKİKATİ inkara şartlanmış olanlar, -ister geçmiş vahyin mensuplarından isterse Allah'tan başkasına da ilahlık yakıştıranlardan [olsunlar]- 1 kendilerine hakikatin açık kanıtları gelmeden [O'nun tarafından] gözden çıkarılacak değillerdir:
Kitap ehlinden ve müşriklerden bu vahye inanmak istemeyen kâfirler, kendilerine hakikatin apaçık belgeleri Kuran gelinceye kadar ayrılığa düşmemişlerdi. 2/213, 5/48, 7/157-158
İNKÂRDA ısrar edenler, -ister kitap ehline isterse şirki hayat tarzı edinenlere mensup olsunlar-[5836] kendilerine hakikatin açık delili[5837] gelinceye kadar çözülecek değillerdi![5838]
[5836] Kitap ehli ile müşriklerin üzerinde birleştikleri inkâr, son Rasul ve son vahiydi. Müşrikler şirki hayat tarzı haline getirdikleri için böyle adlandırıldılar. Kitap ehli bazen şirke düşseler de şirki hayat tarzı haline getirmedikleri için farklı bir kategoriye tâbi tutuldular (Krş:
2:105).
[5837] el-Beyyine burada “herhangi bir delili” değil, belirliliğin de delâlet ettiği gibi “her delili” kapsar. Bir sonraki âyet bu delilin “risalet” olarak tecelli ettiğini söyler (Krş: Ferrâ).
[5838] Bazı müfessirler bu sûrenin ilk üç âyetine mâna vermekte hayli zorlanmışlar ve bunları Kur’an’ın en zor âyetleri saymışlardır (Vahidi’den nklen Râzî). Özellikle munfekkîn kelimesi onları çok yormuştur. Tercihimize alternatif olabilecek iki mâna daha vardır: 1) “..kendilerine hakikatin açık delilleri gelinceye kadar (kendi inanç sistemlerinden) kopmayacaklardı”. Bu vakıaya aykırıdır. Zira müşriklerin yarısı ve kitap ehlinin çoğu Nebi geldikten sonra da inkârı sürdürdüler. Zaten âyetin girişindeki ellezine keferu süren durumu ifade etmektedir. Kaldı ki, sûrenin 4. âyeti benzer bir mânayı zaten söyleyecektir. 2) “..kendilerine hakikatin açık delili olan (nebî) gelinceye kadar (onun geleceğini ilan etmekten) geri durmadılar.” Bu mânâ kitap ehli için geçerli olsa da, ihmal edilebilir bir azınlık dışında müşrikler için geçerli değildir. Zira onlar nebî beklemiyorlardı. Tercihimiz, bu üç âyetteki ihtimalleri teke indirmek için onlarca sayfa tahlil yapan İbn Teymiyye’nin de katılarak naklettiği hocası İbnu’l-Cevzi’nin tercihine yakındır. İbnu’l-Cevzi munfekkîni munfasılîn ve zâilîn olarak mânalandırır (et-Tefsiru’l-Kebir VII, 3-27). İbn Teymiyye tercihine “İnsan kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor” âyetini şahit gösterir. Fakat bizce “başıboşluk” değil, infial kalıbının da delâlet ettiği gibi “çözülme ve dışlanma” söz konusudur. Burada dile gelen hakikat, şu âyette ifadesini bulur: “Helâk olan açık bir delil ile (beyyinetin) helâk olsun, yaşayan da yine açık bir delil ile yaşasın” (
8:42).
Ehl-i kitaptan ve müşriklerden kâfir olanlar kendilerine apaçık bir hüccet gelinceye değin (küfürlerinden) ayrılacak değillerdir.
Gerek Ehl-i kitaptan, gerek müşriklerden olan kâfirler, kendilerine o açık ve kesin delil gelmedikçe, inkârlarından ayrılacak değillerdi.
Kitap ehlinden ve müşriklerden (hakk'ı) tanımayanlar, kendilerine açık kanıt gelinceye dek (halleri üzere) bırakılacak değillerdi (mutlaka kendilerine açıklama gelecekti).
Ehl-i kitaptan[1] kafir olanlarla müşrikler[2], kendilerine o beyyine gelinceye kadar çözülecek değillerdir.[3]
[*] Kitaplarında uzman olan kişiler [2] Buradaki المشركين kelimesi الضين كفروا üzerine atfedilmiştir. Mecrur olması cerr-i civar sebebiyledir. Yani yakınındaki kelime mecrur olduğu için lafzen mecrur, manen merfudur. [3] وَالْمُشْرِكِينَ kelimesini A'meş والمشركون şeklinde okumuştur. (el-Keşf v'el-beyân – Se'lebi Tefsiri) Bu durumda o âyetin meâli şöyle olur: Ehl-i kitaptan kâfir olanlarla müşrikler, kendilerine o beyyine gelinceye kadar çözülecek değillerdir.
Kitap ehlinden ve müşriklerden inkar edenler, kendilerine açık belgeler gelinceye kadar ayrılanlar olmadılar.
Kitap Ehlinden kâfir olanlar ile müşrikler, kendilerine delil gelinceye kadar dinlerinden ayrılacak değillerdi.
Ehlikitap'tan küfre sapanlarla müşrikler, kendilerine beyyine/açık kanıt gelinceye kadar çözülüp ayrılacak değillerdi.
1-3. olmadı anlar kim kāfir oldılar kitāb ehli’nden ya'nį yāhūdį naśrānį daħı müşriķlerden ayırılıcılar tā gele anlara ḥüccet ya'nį muḥammed ya'nį yazılmış āyetlerdür. Tañrı’dan oķır kitāblar arınmış anlaruñ içinde kitāblardur ŧoġru.
Olmadı ol kişiler ki kāfir oldılar kitāb ehlinden ve müşriklerden, ayrılmaz‐lar gelmeyince özlerine delīl ve ḥüccet.
Kitab əhlindən (yəhudilərdən və xaçpərəstlərdən) kafir olanlar və müşriklər özlərinə açıq-aşkar bir dəlil gəlməyənə qədər (dinlərindən) ayrılan deyildilər.
Those who disbelieve among the People of the Scripture and the idolaters could not have left off (erring) till the clear proof came unto them,
Those who reject (Truth), among the People of the Book(6221) and among the Polytheists,(6222) were not going to depart (from their ways) until there should come to them Clear Evidence,-(6223)*
6221 The People of the Book immediately referred to are the Jews and the Christians, who had received scriptures in the same line of prophecy in which came our Prophet. Their scriptures should have prepared them for the advent of the greatest and last of the Prophets. For the Jewish scriptures promised to the Jews, cousins or brethren to the Arabs, a prophet like Moses: "The Lord thy God will raise up unto thee a Prophet from the midst of thee, of thy brethren, like unto me; unto him ye shall hearken" (Deut.
18:15). And Christ promised a Comforter (John,
14:16;
15:26; and
16:7; see my n. 5438 to
61:6) almost by name. The People of the Book fell from the true, straight, and standard religion, into devious ways, and would not come to the true Path until (they said) they were convinced by the arrival of the promised Prophet. But when the promised Prophet came in the person of Muhammad, they rejected him, because they really did not seek for Truth but only followed their own fancies and desires. 6222 The Polytheists, the Pagans, had not previously believed in any scriptures. But yet, when clear evidence came to them, they should have believed. Yet they rejected the Prophet because they were not really searching for Truth, but were only following their own fancies and desires. 6223 The Clear Evidence was the Prophet himself, his life, his personality, and his teaching.