Bu ayet Hafs Mushafı sırasına göre baştan 5151, sondan 1086. ayet; 60. sure ve bu surenin 1. ayetidir. Bu ayetin kelime sayisi 49, harf sayısı 220 ve toplam ebced değeri ise 16451 olarak hesaplanmıştır.
يا ايها الذين امنوا لا تتخذوا عدوي وعدوكم اولياء تلقون اليهم بالمودة وقد كفروا بما جاءكم من الحق يخرجون الرسول واياكم ان تؤمنوا بالله ربكم ان كنتم خرجتم جهادا في سبيلي وابتغاء مرضاتي تسرون اليهم بالمودة وانا اعلم بما اخفيتم وما اعلنتم ومن يفعله منكم فقد ضل سواء السبيل
ياايهاالذينامنوالاتتخذواعدويوعدوكماولياءتلقوناليهمبالمودةوقدكفروابماجاءكممنالحقيخرجونالرسولواياكمانتؤمنواباللهربكمانكنتمخرجتمجهادافيسبيليوابتغاءمرضاتيتسروناليهمبالمودةوانااعلمبمااخفيتمومااعلنتمومنيفعلهمنكمفقدضلسواءالسبيل
Yâ eyyuhâ-lleżîne âmenû lâ tetteḣiżû ‘aduvvî ve ’aduvvekum evliyâe tulkûne ileyhim bilmeveddeti ve kad keferû bimâ câekum mine-lhakki yuḣricûne-rrasûle ve-iyyâkum(ﻻ) en tu/minû bi(A)llâhi rabbikum in kuntum ḣaractum cihâden fî sebîlî vebtiġâe merdâtî(c) tusirrûne ileyhim bilmeveddeti ve enâ a’lemu bimâ aḣfeytum vemâ a’lentum(c) vemen yef’alhu minkum fekad dalle sevâe-ssebîl(i)
Ey İman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. Hâlbuki onlar size gelen hakkı inkâr ettiler. Rabbiniz olan Allah’a inandınız diye Resûlü ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer rızamı kazanmak üzere benim yolumda cihad etmek için çıktıysanız (böyle yapmayın). Onlara gizlice sevgi besliyorsunuz.[537] Oysa ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, mutlaka doğru yoldan sapmıştır.
Bu cümle, “Sevgi sebebiyle onlara sır veriyorsunuz” şeklinde de tercüme edilebilir.
Bir sahâbînin, Mekke’deki yakınlarının güvenliklerini sağlamak amacıyla Hz. Peygamber’in verdiği gizli bir bilgiyi Mekke müşriklerine sızdırmaya teşebbüs etmesi olayı ışığında, müminler değerler sıralamasına riayet hususunda uyarılmakta, düşman tarafta kişinin en yakınları bulunsa bile onlarla, Allah’a ve resulüne iman ve bağlılık ilkesiyle bağdaşmayan, emanete hıyanet niteliği taşıyan ve müslümanların güvenliğini ihlâl eden ilişkiler kurulamayacağı bildirilmektedir.
İlk âyetin, sûrenin baş kısmının veya tamamının nüzûl sebebi olarak nakledilen olay özetle şöyledir: Hz. Peygamber Mekke’ye sefer için hazırlık yaparken hedefini gizli tutmuş, sadece sahâbeden belirli kişilere bir sır olarak bunu söylemişti. Konuya ilişkin rivayetler ışığında, bunun Hudeybiye Barış Antlaşması’yla sonuçlanan umre amaçlı sefer veya Mekke’nin fethi için yapılan sefer hazırlığı olduğu yönünde farklı değerlendirmeler yapılmıştır. Dolayısıyla, birinci ihtimale göre olay hicrî 6., ikinci ihtimale göre 8. yılda meydana gelmiş olmalıdır. Bu hazırlık sürerken âzatlı bir câriye olan Sâre adlı bir kadın Mekke’den Medine’ye gelip maddî yardım için Resûlullah’a başvurdu. Hz. Peygamber ona müslüman olarak mı yoksa sadece göçmen olarak mı geldiğini sordu. O, böyle bir sebeple değil, azatlısı olduğu ailenin Medine’ye hicretinden sonra ihtiyaç içine düşmesinden dolayı geldiğini ve maddî yardıma muhtaç olduğunu ifade etti. Bunun üzerine Resûlullah, onu âzat etmiş bulunan Abdülmuttaliboğulları’nı yardıma teşvik etti. Hz. Peygamber’in kendisine Mekke fethi hazırlığıyla ilgili bilgi verdiği sahâbîlerden Hâtıb b. Ebû Beltea da bu kadına para ve giyecek yardımı yaptı, bu arada onunla Mekkeliler’e hitaben gizli bir mektup gönderdi. Kadın yola çıktıktan sonra Cebrâil (a.s.) durumu Hz. Peygamber’e bildirdi. Resûlullah hemen –aralarında Hz. Ali’nin de bulunduğu– birkaç sahâbîyi görevlendirip ona yetişmelerini ve mektubu alıp getirmelerini emretti (rivayetlerde diğer sahâbîlerin isimleri konusunda farklılıklar bulunmaktadır). Hz. Peygamber kadını –Mekke istikametinde Medine’ye 12 mil mesafede bulunan– Ravzaihâh’a vardıklarında bir deve hevdeci içinde bulacaklarını bildirmişti. Atlarına binip süratle oraya ulaşan sahâbîler onu elleriyle koymuş gibi buldular. Kadın mektubu kolay bulunamayacak şekilde (bir rivayete göre saçının arasına) saklamıştı. Önce direnmek istedi, fakat başka çaresinin olmadığını anlayınca mektubu sakladığı yerden çıkarıp verdi. Kadının getirilmesi veya cezalandırılması tâlimatı bulunmadığı için serbest bırakıldı. Mektup kendisine ulaşınca Hz. Peygamber Hâtıb’ı sorguladı. O, bunun imanındaki bir zaafla ilgili olmadığını ısrarla belirtip gerekçesini şöyle açıkladı: Yanınızdaki muhâcirlerin Kureyşliler’le akrabalığı bulunduğu için Mekke’deki yakınları ve malları korunmaktadır. Ben ise aslen Kureyşli değilim; onun için ben de yakınlarımın himayesini sağlamak üzere onlara bir jest yapmak istedim. Resûlullah “İşin doğrusunu apaçık söyledi” buyurdu. Gerçekten Hâtıb’ın annesi, oğulları ve kardeşleri Mekke’de bulunuyorlardı ve mektubun içeriği de bir münafıklık unsuru taşımıyor, aksine Resûlullah’a olan güçlü inancını ifade ediyordu. Bir rivayete göre mektupta şöyle bir ifade vardı: “Bilin ki Allah’ın peygamberi (s.a.) gece misali sel gibi akacak bir orduyla size doğru gelmeye hazırlanıyor. Allah’a yemin ederim ki o yalnız başına da gelecek olsa Allah onu size karşı muzaffer kılacaktır; çünkü Allah ona olan vaadini mutlaka yerine getirir.” Bununla birlikte önemli bir sırrın böyle bir yolla düşmana haber verilmesi müslümana yaraşmayan bir davranış, büyük bir suç ve günah idi. Nitekim Hâtıb’ın cevabı üzerine Hz. Ömer onun idamını teklif etti. Ama Hz. Peygamber onun Bedir Savaşı’na katılanlardan olduğunu ve Allah’ın onlarla ilgili müjdelerini hatırlatıp buna müsaade etmedi. Ardından bu âyet veya âyetler nâzil oldu. Bu olay üzerine inen kısmın nereye kadar olduğu hususunda farklı rivayetler vardır (bk. Buhârî, “Megāzî”, 9, “Tefsîr”,
60:1; Müslim, “Fezâilü’s-sahâbe”, 161; Müsned, I, 80; Taberî, XXVIII, 58-61; İbn Âşûr, XXVIII, 130-131, 132-133; Elmalılı, VII, 4890-4894).
Resûl-i Ekrem’in o günkü şartlarda, anılan kadına müslüman olarak mı yoksa göçmen olarak mı geldiğini sorması, onun da her iki şıkka “hayır” cevabını verip sadece ihtiyaç sebebiyle geldiğini belirtmesi üzerine hiçbir tepki göstermemesi ve tam aksine kadına yardım edilmesini teşvik etmesi onun rahmet peygamberi olduğunu ve insanî erdemler konusundaki üstünlüğünü gösterdiği gibi, inanç özgürlüğüyle ilgili tavrını ortaya koyması açısından da önemlidir. Gördüğü bu insanî muameleye hıyanetle karşılık verip müslümanlar aleyhine casusluk yapan bu kadının yakalanıp getirilmesini istememesi ve onu cezalandırma yönüne gitmemesi ise, Mekke müşrikleriyle ilişkilerde hassas bir dönemden geçiliyor olmasına, böyle haklı bir cezalandırmanın bile kötüye kullanılabileceği ihtimalini dikkate almış bulunmasına bağlanabilir.
1. âyetin “Eğer benim yolumda savaşmak ve hoşnutluğumu kazanmak üzere yola çıkmışsanız” diye tercüme edilen kısmı metinde, “sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar” cümlesinden sonra yer almakla beraber anlam itibariyle baş tarafla ilgili olduğu için (Taberî, XXVIII, 58) meâlde de öne alınmıştır. Çıkarma eyleminin şimdiki zaman kullanılarak anılması, bazı müfessirlerce, ne büyük bir kötülük yaptıklarını gözler önüne getirme, canlı bir tasvir yapma amacıyla izah edilmiştir. Burada “benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan kimseler” ifadesi kullanılarak, müslümanların husumet düşüncesini ve davranışını yönlendiren âmilin kişisel kin ve garez duygularının olmaması gerektiği, ancak Allah için, kamunun yararı bulunması durumunda düşmanlık edilebileceği yönünde bir uyarı yapılmıştır. Böylece gerek sevgi gerekse nefret konusunda temel kriter “hak” kavramı olmaktadır (Elmalılı, VII, 4895). Nitekim âyetin devamında burada söz konusu edilen kimselerin düşman olarak nitelenme gerekçesi, Hz. Peygamber’i ve Allah’a inanmaları sebebiyle müminleri yurtlarından çıkmaya mecbur etmeleri şeklinde açıklanmış; 8-9. âyetlerde de müslümanlara savaş açıp onlara haksız baskılar uygulamayan gayri müslimlerle iyi ilişkiler içinde olmanın ve hakkaniyete göre hareket etmenin yasaklanmadığı belirtilerek, Kur’an’ın müslüman olmayanları mutlak düşman ilân etme ve onlarla iyi ilişkiler kurmaktan sakındırma gibi bir amacının bulunmadığına açıklık getirilmiştir.
Gramer açısından değişik ihtimaller bulunduğundan, âyetin “kendilerine sevgi göstererek” diye çevrilen kısmı için farklı tercümeler vermek mümkündür. Meselâ meâlde olduğu üzere veya “sevgi sebebiyle kendilerine haber uçurarak” şeklinde ana cümleye bağlanabileceği gibi, ara cümle olarak düşünüp “ki onlara sevgi gösteriyorsunuz” ya da yeni bir cümle kabul edip, “Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz” yahut “Sevginizden ötürü onlara haber uçuruyorsunuz” gibi mânalar verilebilir (Şevkânî, V, 242-243; Elmalılı, VII, 4895-4896). Yine “Onlar size gelen gerçeği inkâr etmektedirler” anlamındaki cümlenin öncesine ve sonrasına bağlanması değişik şekillerde olabilmektedir. Âyetin devamında dostluk (yahut özel sevgi bağları) sebebiyle düşmanlara sır veren müslümanlar eleştirilirken “sır” kökünden gelen bir fiil kullanıldığı halde Allah’ın gizlenenleri de bildiği belirtilirken “hafî” kökünden türetilmiş bir fiil kullanılması şöyle bir anlam inceliği taşımaktadır: Sır, herkese açılmayan gizlilikleri ifade eder, hafî ise gönülde gizleneni de kapsar; Allah Teâlâ yalnız belli kimselerle paylaşılan sırları değil, gönüllerde saklananları da bilmektedir (ayrıca bk. Tâhâ
20:7).
2. âyette, bir yandan bağnaz münkirlerin sadece güç ve maddî üstünlüğü esas alan, hak ve ahlâkî değer tanımaz tavırları eleştirilirken bir yandan da müslümanlara düşmana karşı bir üstünlük elde ettiklerinde nasıl davranmaları gerektiği hususunda dolaylı olarak bir uyarı yapılmaktadır. Gerçekten insanlık tarihi, özellikle inanç motifinin ağır bastığı savaşlarda galibiyet elde eden tarafın hasım tarafa vahşet olarak nitelenebilecek muameleler yapmasının örnekleriyle doludur. Buna karşılık müslümanların benzeri konumda oldukları zaman esirlere işkence, küfür, hakaret, tâciz ve tecavüz gibi tavır ve eylemlerden uzak durmaya özen gösterme alışkanlığı kazanmış olmalarıyla, bu ve benzeri âyetler ile Hz. Peygamber’in örnek uygulamaları ışığında oluşan İslâmî öğretiler arasında sıkı bir ilişki vardır. İslâm muhitinde erken dönemlerde, savaş hukukunun insanî esaslarının belirlenmesi esprisine ağırlık veren “siyer” isimli bir ilmî disiplinin ve bu çerçevede geniş bir literatürün ortaya çıkması da bu zihniyet ve tatbikatın teoriye yansıyan belgeleri olarak düşünülebilir. Malazgirt zaferini takiben Alparslan’ın esir düşen Bizans İmparatoru Romen Diyojen’e yaptığı insanî muamele bu konuda meşhur bir örnek olduğu gibi, yine Alparslan’ın esir statüsünde bir komutanı olan Yusuf Hârizmî’yi huzuruna kabul edip onunla tartışırken yaralanması sonucu hayatını kaybetmiş olması da bu açıdan oldukça ilginçtir. Öte yandan âyette, gücü elinde bulunduran tarafın diğer tarafa inanç konusunda baskı yapma arzu ve eğiliminin kınanmış olması da bu konuda önemli bir mesaj içermektedir (ayrıca bk. Tevbe
9:5). Lafzan “Onlar sizi bir yakalasalar” anlamına gelen ifade bu bağlamda “size karşı bir zafer kazansalar, sizi ele geçirseler” mânasındadır (Zemahşerî, IV, 86).
İlk âyette yer alan buyruğun gönüllerde yer tutmasını sağlamak üzere, 3. âyette bu dünyadaki yakınlığın davranışlarımızı yönlendirecek yegâne ölçü olamayacağına ve kıyamet günü herkesin kendi davranışlarıyla baş başa kalması sahnesinin daima göz önünde bulundurulması gereğine dikkat çekilmektedir.
Ey iman edenler! Onlar size gelen gerçeği inkâr etmişlerken, Rabbiniz Allah’a imanınızdan dolayı Elçiyi de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorken, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara (o kafirlere) içten sevgi besleyerek onları (sakın) dost edinmeyin! Benim yolumda [cihad] etmek (fedakârlık yapmak) ve rızamı kazanmak için (yurdunuzdan) çıktığınız hâlde, (hâlâ) onlara içten sevgi (mi) gizliyorsunuz (besliyorsunuz)! Ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da çok iyi bilenim. Sizden kim bunu yaparsa (onları dost edinirse), elbette doğru yoldan sapmış olur.
[Meveddet], sonradan kazanılan ve içini değerlerin oluşturduğu sevgidir. Ayette kâfirlere karşı yasaklanan sevgi budur.
Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyiniz. Onlar, size gelen gerçeği inkâr ettikleri, Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Peygamberi ve sizi yurdunuzdan çıkardıkları halde, siz onlara sevgi iletiyorsunuz. Benim yolumda savaşmak ve benim rızamı kazanmak için yurdunuzdan çıktığınız halde, içinizde onlara sevgi gizliyorsunuz. Oysa ben sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur. [627][628]
[627] Mümtehıne sûresi hakkında genel bilgi için bk. Bayraklı, KUR’ÂN TEFSÎRİ, XIX, 191.[628] Dost edinmenin ölçüsü hakkında geniş bilgi için bk. Bayraklı, KUR’ÂN TEFSÎRİ, XIX, 194-204.
Ey inananlar! Benim ve sizin düşmanlarınızı evliya¹ edinmeyin. Onlar, Hakk'tan size geleni inkâr ettikleri halde onlarla yakınlık kuruyorsunuz. Oysaki Rabb'iniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı Resûl'ü ve sizi yurdunuzdan çıkardılar. Eğer Benim yolumda mücadele etmek ve rızamı kazanmak için yola çıktıysanız, niçin onlara yakınlık kurup sır veriyorsunuz? Ben, sizin gizli ve açık bütün yaptıklarınızı bilirim. Sizden kim bunu yaparsa o, kesinlikle yolun ortasından sapmış olur.
1- Velinin çoğulu, veliler. Koruyucu, yardımcı, gözeten, destekleyici, yandaş. Çevirilerde “Veli” ve velinin çoğulu olan “evliya” sözcüğüne “dost” olarak anlam verilmektedir. Oysaki bu sözcük, etik anlamıyla dostluğu değil; siyasi bağlamda yönetme, koruma, gözetilme anlamına gelmektedir. Kur'an, “dost” deyimi için halil sözcüğünü kullanmaktadır. (Örneğin,
2:254;
4:125; 73; 28)
Ey iman edenler (sakın) Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan (kişileri, çevreleri ve ülkeleri) evliya (dost ve müttefik) edinmeyin. (Zalim ve kâfir güçlerin hükmüne ve himayesine girmeyin. Bu uyarılarıma rağmen hangi sebep ve beklentiyle) Siz hâlâ onlara karşı meveddet (yaranmak için muhabbet ve destek) yöneltmektesiniz; oysa onlar size Hakk’tan gelen (Kur’ani emir ve hükümleri) inkâr etmişler, Rabbiniz olan Allah’a imanınızdan dolayı, Elçiyi de, sizi de (hürriyetlerinizden ve hükümet etmekten) çıkarıp (izzetli hayatın dışına itmişlerdir). Eğer siz, Benim uğrumda (Kur’an’ın adalet kurallarını hâkim kılmak ve herkese temel insan haklarını sağlamak üzere) CİHAD etmek ve Benim rızama erişmek (niyeti ve gayretiyle yola) çıkmış iseniz; (nasıl oluyor da hâlâ kalbinizin içinde zalim ve kâfir güruhuna) onlara karşı meveddet (sevgi ve destek) gizliyorsunuz? (Oysa) Ben sizin gizli tuttuklarınızı da açığa vurduklarınızı da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa (zalim ve kâfir güçlere yaranmaya ve sığınmaya çalışırsa) artık o(nun Hakk) yolun ortasından şaşırıp-sapmış olduğu (kesindir).
Ey inananlar, düşmanlarımı ve düşmanlarınızı dost edinip onları sevmeyin, onlara haber yolluyorsunuz ama onlar, size gerçek olarak gelen şeye kafir olmuşlardır da Peygamberi ve sizi, Rabbiniz Allah'a inanıyorsunuz diye yurdunuzdan çıkarıyorlar; benim yolumda savaşmak ve razılığımı arayıp elde etmek için yurdunuzdan çıktıysanız, bu, böyle; siz, onlara sevgiyle sır veriyorsunuz ve bense sizin gizlediğiniz şeyi de daha iyi bilirim, açığa vurduğunuz şeyi de ve sizden kim bu işi yaparsa gerçekten dedüz ve doğru yoldan sapmış, yolunu kaybetmiş gitmiştir.
Sır verme işini yapan "Ebu-Beltea oğlu Hâtıb'dır. Ebu Amr-ın cariyesi Sâre, Mekke'den Medine'ye gelmişti. Hz. Peygamber, ona, Müslüman olarak mı geldin diye sordu. Hayır dedi, ihtiyac içindeyim, onun için geldim Hz. Peygamber, Abdülmuttalip oğullarına gönderdi. Doyurdular. Giydirdiler. Hz. Muhammed (s.a.a), bu sırada Mekke fethi için hazırlık yapıyordu. Hatıb, bunu Mekkelilere bunu Mekkelilere bildirmek için bir mektup yazdı, kadına on dinarla bu mektubu verip gönderdi. Hz. Muhammed (s.a.a), bunu haber alınca Ali'yi, Ammar'ı, yahut Amr'ı, Zübeyr'i, Talha'yı, Mıkdad'ı ve Ebu-Nersed'ı kadının ardından gönderdi. Kadını yakaladılar, mektubu sordular, inkar etti. Ali, kılıçla tehdit edince saçlarının arasından mektubu çıkarıp verdi. Kadını bıraktılar, mektubu Hz. Peygamber’e getirdiler. Hz. Peygamber mektubu Hatıb'a gösterince Hatıb Mekke'deki ayalimi kurtarmak için yaptım diyerek özür diledi ve affolundu.
Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçek mesajı inkâr ettikleri, Rabbiniz olan Allah'a inandığınızdan dolayı, Rasulünü ve sizi yurdunuzdan sürüp çıkardıkları halde, siz onlara sevgi belirterek mektup ulaştırıyorsunuz. Eğer benim yolumda savaşmak ve benim rızamı kazanmak için savaşa çıktınızsa, içinizde onlara sevgi mi besleyip gizliyorsunuz? Oysa ben sizin gizlediğinizi ve açığa vurduğunuz herşeyi bilirim. Sizden kim böyle yaparsa, gerçekten o doğru yolun ortasında, şaşırıp sapıtmıştır.
Sûre başında, ailesini kurtarmak için peygamberin savaş hakkındaki bir sırrını Mekke’lilere ilet-meye çalışan Hâtib İbn Beltea’nın davranışını tenkit eder. Müslümanlarla savaşmayan kimselerin durumla-rıyla İslâm’a giren kadınların imtihan edilip kabul edilmelerinin hükmünü belirtip İbrahim’in toplumuna karşı örnek tavrını ortaya kor ve yine mü’minleri Allah düşmanlarıyla dost olmaktan sakındırarak sona erer. Sûre-ye Meveddet adı da verilir.
Ey iman nimetine kavuşanlar, benim düşmanımı ve kendi düşmanınızı kamu görevlerini icraya yetkili kılmayın, candan dost-müttefik velî edinmeyin. Siz hâlâ sevgi ve dostluk sebebiyle onlara sır veriyorsunuz. Halbuki onlar, size gelen gerekçeli, hikmete dayalı, toplumunuzda hakça düzeni gerçekleştirecek hak kitap Kur'ân'ı, İslâm dinini inkârda ısrar ettiler. Rabbiniz Allah'a iman ediyorsunuz diye, Rasulullah'ı ve sizi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer benim yolumda hayatlarınızı ortaya koyarak, konuşarak, yazarak, hesapsız servet harcayarak cihad etmeye, rızamı kazanmaya çıkmışsanız, sevgiyle onlara gizli gizli haber göndermek neyin nesi? Ben sizin gizlediklerinizi de açığa vurduklarınızı da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru, dengeli bir hayat tarzından uzaklaşmış, dalâleti, bozuk düzeni, helâki tercih ederek, başına buyruk hareket etmiş olur.
Ey iman edenler! Benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan kimseleri dostlar edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. Oysa onlar haktan size geleni inkâr ettiler. Rabbiniz Allah'a iman etmenizden dolayı sizi ve Peygamber'i (yurdunuzdan) çıkarıyorlar. Eğer siz benim yolumda cihad etmek ve benim hoşnutluğumu kazanmak üzere çıktıysanız (nasıl) onlara karşı sevgi gizlersiniz? Halbuki ben sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa yolun ortasından [1] sapmış olur.
1.Tefsirlerde bildirildiğine göre bu ayeti kerime Hatib bin Ebi Belte`a olayı hakkında indirilmiştir. Bu olay hakkında Buhari ve Müslim`in Hz. Ali (r.a.)`den nakletmiş oldukları rivayet şöyledir:Hz Ali (r.a.) dedi ki: Resulullah (a.s.) beni, Zubeyr ve Mikdad bin Esved`i göndererek: "Şimdi gidin. Ravdatu Hah`a varın. Orada çarçafa sarılı yanında bir mektup olan bir kadın var. O mektubu ondan alıp bana getirin" diye buyurdu. Biz yola çıktık. Ravda`ya vardık. Orada çarçaflı kadını bulduk. Ona: "Mektubu çıkar" dedik. Kadın: "Yanımda mektup filan yok" dedi. Biz: "Ya mektubu çıkarırsın ya da elbiselerini çıkarırsın" dedik. Bunun üzerine kadın saç örgülerinin arasından mektubu çıkardı. Biz mektubu alıp Resulullah (a.s.)`a getirdik. Mektup Hatib bin Ebi Belte`a tarafından Mekke müşriklerinden bazı kimselere yazılmıştı. Resulullah (a.s.) bazı işleri hakkında onlara bilgi veriyordu. Resulullah (a.s.) onun yanına getirilmesini emretti ve: "Bu nedir, ey Hatib?" diye sordu. Hatib: "Benim hakkımda acele etme, ey Resulullah (a.s.)! Ben Kureyşilere bağlanmış (yani onlarla antlaşma ile bağ kurmuş) biriydim ama onların bizzat kendilerinden değildim. Beraberindeki muhacirlerin Mekke`de ailelerini ve mallarını koruyacak yakınları vardı. Ben aile çevresi bakımından böyle bir şeye sahip olmayınca onların içinden benim yakınlarımı koruyacak bir el bulmak isbtedim. Ben bu işi inkârcılığımdan veya dinden döndüğümden yahut küfre razı olduğumdan yapmadım." Resulullah (a.s.) da: "Doğru söyledi" diye buyurdu. Bu sure de onun hakkında indirildi."1.Doğru çizgiden.
Ey iman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkâr etmişler, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı elçiyi de, sizi de (yurtlarınızdan) sürüp-çıkarmışlardır. Eğer siz, Benim yolumda cihad etmek ve Benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hâlâ sevgi gizliyorsunuz? Ben, sizin gizlediklerinizi ve açığa vurduklarınızı bilirim. Kim sizden bunu yaparsa, artık o, elbette yolun ortasından şaşırıp-sapmış olur.
Ey iman edenler! Düşmanlarımı ve düşmanlarınızı dostlar edinmeyin. Siz, onlara (mektubla bağlılık ve) sevgi yolluyorsunuz; halbuki onlar, Kur'an'dan size geleni inkâr ettiler. Rabbiniz olan Allah'a iman ediyorsunuz diye, size ve Peygamberi (Mekke'den) çıkarıyorlardı. Eğer sizler, benim yolumda ve rızam uğrunda cihad için (Mekke'den Medine'ye) çıktınızsa, (düşmanlarımı ve düşmanlarınızı dost edinmeyin). Siz, sevgi göstererek, onlara sır veriyorsunuz; halbuki ben, sizin gizlediklerinizi de, açıkladıklarınızı da hep bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, artık hak yolun ortasında sapıtmıştır, (kendini felâkete sürüklemiştir). (Bu âyet-i kerime, Hâtib İbni Belte'e hakkında nazil oldu. Hz. Peygamber efendimizin Mekke'lilere savaş açacağını duyunca, bu haberi Medine'den yazdığı bir mektupla Mekke'lilere bildirmeğe teşebbüs etti ve mektubunu Sare adlı bir kadınla gönderdi. Bunun üzerine Cebrâil nazil olub hâdiyesi Hz. Peygamber efendimize bildirdi. Hz. Peygamber de ashabın ileri gelenlerinden altı kişiyi, yola çıkan kadını yakalayıb mektubu almak üzere vazifelendirdi. Onlar da yolda kadını yakalayarak bu mektubu kendisinden almışlardı. İşte müminlerin, bu şekilde bir büyük günah işlememelerini bildiren bu âyet-i kerime nazil olmuştur.)
Ey iman edenler! Hem Bana hem size düşman olanlara, sevgi ile atılarak onları dost edinmeyin. Hâlbuki onlar, size gelen hakkı inkâr etmişler. Rabbiniz olan Allah’a inanıyorsunuz diye, Resulullahı ve sizi (memleketinizden) çıkarıyorlar. Eğer Benim yolumda ve rızamı isteyerek cihada çıkmış iseniz, onlara gizlice sevginizi bildirerek onları dost edinmeyin. Çünkü Ben, sizin gizlediğinizi de açıkladığınızı da (sizden daha iyi) bilirim. Artık kim böyle bir şey yaparsa, o doğru yoldan tamamıyla sapmış demektir.
Ey inanmış olanlar! Hem benim düşmanımı, hem de sizin düşmanlarınızı dost edinmeyin, siz onlara sevgi besliyorsunuz, size haktan gelen şeyi, onlar tanımadılar, Tanrınız olan Allaha inanmış olduğunuzdan, yurdunuzdan hem peygamberi, hem de sizleri çıkarmış olanlardır, eğer benim yolumda savaşmak için, eğer benim hoşnutluğumçün çıkmış iseniz, neye sevgi beslersiniz onlara? Ben, neyi gizliyorsanız, neyi açıklıyorsanız iyi bilmedeyim, içinizden bunu yapan bir kimse yolunu sapıtmıştır
Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin! Onlar size gelen gerçeği inkâr ettikleri ve Rabbiniz olan Allah'a inandığınızdan dolayı Resulü ve sizi (yurdunuz Mekke'den) çıkardıkları halde siz onlara sevgi(niz ve akrabalık bağları yüzünden) sır veriyorsunuz. Eğer gerçekten Benim yolumda mücadele etmek ve hoşnutluğumu kazanmak amacıyla yurdunuzu terk edip çıktıysanız, kâfirlere bilgi sızdırarak onlara karşı nasıl sevgi besleyebilirsiniz? (Unutmayın ki,) Ben sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilirim. Sizden kim bunu yaparsa (onlara sevgi gösterip sır verirse) doğru yoldan sapmış olur.
Bkz.
3:28,
4:139, 144,
5:51, 57,
9:23,
19:81,
29:25,
58:22Burada, Allah’a, Peygambere ve onun dava arkadaşlarına kasıtlı olarak düşmanlık edenleri akrabalık bağlarından ya da başka sebeplerden dolayı Müslümanların dost/sırdaş edinmemesi ve onlara sır vermemesi, mesafe konulması gerektiği konusunda uyarı yapılıyor. 9 ve 13. ayetlere bakıldığında da benzer bir muhteva görülecektir. Ancak, 7 ve 8. ayetlerde anlaşılıyor ki, inanmayanlarla diyalog kurmanın yasaklanması, sadece inananlara karşı aktif şekilde düşmanlık yapanları kapsamaktadır. Aksi takdirde tebliğ vazifesini icra etmek mümkün olmazdı.Kureyşliler Hudeybiye Barış anlaşmasını bozunca Hz. Peygamber Mekke’ye baskın düzenlemek üzere gizlice hazırlıklara başlamıştı. Ancak bu durumdan haberdar olan Hâtib b Ebi Beltea, bu durumu Mekkeli müşriklere ulaştırmak üzere bir mektup yazdı. Hz. Peygamber bu mektubu daha müşriklere ulaşmadan ele geçirdi. Aslında kendisi de samimi bir Müslüman olan ve Bedir Savaşında da Müslümanlarla beraber müşriklere karşı savaşan Hâtib’ın niyeti kötü değildi. Hz. Peygamber mektubun sebebini sorunca, Mekke’deki akrabalarını müşriklerin saldırısından korumak amacıyla böyle bir şeye teşebbüs ettiğini söyledi. Bunun üzerine Hz. Peygamber gerekli uyarıları yaptıktan sonra Hâtib’i affetti. İşte bu durum üzerine İslam düşmanlarıyla samimi olmak konusunda Hâtib’ın şahsında bütün Müslümanları uyarmak amacıyla bu ayet nazil oldu.
Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları dost edinmeyin. Onlar, size gelen gerçeği inkar etmişken, onlara sevgi gösteriyorsunuz; oysa onlar, Rabbiniz olan Allah'a inandığınızdan ötürü sizi ve Peygamberi yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer sizler Benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız onlara nasıl sevgi gösterirsiniz? Ben, sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da bilirim. İçinizden onlara sevgi gösteren kimse, şüphesiz doğru yoldan sapmıştır.
Ey iman edenler! Eğer benim yolumda savaşmak ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanlara sevgi göstererek, gizli muhabbet besleyerek onları dost edinmeyin. Oysa onlar, size gelen gerçeği inkâr etmişlerdir. Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Peygamber'i de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar. Ben, sizin saklı tuttuğunuzu da, açığa vurduğunuzu da en iyi bilenim. Sizden kim bunu yaparsa (onları dost edinirse) doğru yoldan sapmış olur.
Âyetin nüzul sebebi şudur: Hâtıb b. Beltea adlı sahâbî, Hz. Peygamber’in gizli tuttuğu Mekke fethi teşebbüsünü Sâre adındaki şarkıcı kâfir bir kadına verdiği mektupla, Mekke müşriklerine bildirmek istemişti. Hâtıb, Mekke’de kalan evlât ve ailesine tehlikeyi haber vermek maksadıyla böyle bir işe girişmişti. Cenab-ı Hak bu durumu Hz. Peygamber’e bildirdi. Resûlullah, Mekke’ye dönmekte olan kadını takip için beş kişilik atlı birliğini yola çıkardı. Birlik, kadını, Hz. Peygamber’in haber verdiği yerde yakaladı. Sıkıştırılan kadın sakladığı mektubu, saçlarının arasından çıkardı ve serbest bırakıldı. Mektup, Hz. Peygamber’e teslim edilince, Hâtıb çağırıldı ve hareketinin sebebi soruldu. Hz. Ömer’in hiddet göstermesine rağmen Hz. Peygamber, Hâtıb’ı affetti. Böylece Hâtıb’ın şahsında bütün müslümanlar, düşmanlarına karşı uyarılmış oldular.
Ey inananlar, benim düşmanımı ve sizin düşmanınızı dost edinmeyin. Size gelen gerçeği inkar etmiş ve Rabbiniz olan ALLAH'a inandığınız için elçiyi ve sizi (ülkenizden) çıkarmış oldukları halde siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. Rızamı kazanmak için yolumda bir cihada çıktıysanız, onları nasıl gizlice sevebilirsiniz? Oysa ben, gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da çok iyi bilirim. Sizden kim böyle davranırsa doğru yoldan sapmış olur.
Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkar ettikleri, Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Resulü ve sizi (yurdunuzdan sürüp) çıkardıkları halde siz onlara sevgi ulaştırıyorsunuz. Eğer benim yolumda savaşmak ve benim rızamı kazanmak için çıktınızsa içinizde onlara sevgi mi gizliyorsunuz? Oysa ben sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur.
Ey o bütün iyman edenler! Düşmanımı ve düşmanınızı dostlar yerine tutmayın, siz onlara meveddet ilka ediyorsunuz, onlar ise haktan size gelene küfrettiler, rabbınız Allaha iyman ediyorsunuz diye sizi ve Peygamberi çıkarıyorlardı, eğer sizler benim yolumda ve rızam uğurunda cihad için çıktınızsa... Siz meveddetle onlara sir veriyorsunuz, halbuki ben sizin gizlediklerinizi de acıkladıklarınızı da hepsini bilirim ve içinizden her kim onu yaparsa artık düz yolun ortasında şaşırmış olur
Ey îman edenler, benim de düşmanım, sizin de düşmanınız (olanlar) ı dostlar edinmeyin. (Kendileriyle aranızdaki) sevgi yüzünden onlara (peygamberin maksadını) ulaşdırırsınız (değil mi)? Halbuki onlar Hakdan size gelene küfretmişlerdir. Peygamberi de, sizi de Rabbiniz olan Allaha îman ediyorsunuz diye (yurdlarınızdan) çıkarıyorlardı onlar. Eğer siz benim yolumda savaşmak, benim rızaamı aramak için çıkmışsanız (bunu yapmazsınız). Onlara haalâ muhabbet mi gizleyeceksiniz? Halbuki ben sizin gizlediğinizi de, açıkladığınızı da çok iyi bilenim. İçinizden kim bunu yaparsa muhakkak ki yolun ta ortasından sapmış olur.
Ey îmân edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları (kendinize)dostlar edinmeyin; (onlara duyduğunuz) sevgi sebebiyle kendilerine (savaş hazırlıklarınıza dâir haber) ulaştırıyorsunuz; hâlbuki (onlar) size Hakk'tan geleni gerçekten inkâr etmişlerdir.(Unuttunuz mu ki) Rabbiniz olan Allah'a îmân etmenizden dolayı, peygamberi ve husûsan sizi(Mekke'den) çıkarıyorlardı. Eğer benim yolumda cihâd etmek ve rızâmı kazanmak için çıktıysanız (onları dost edinmeyin); (ama siz, içinizde) onlara (duyduğunuz) muhabbeti gizliyorsunuz (onlara muhabbetle sır veriyorsunuz).(1) Hâlbuki ben, gizlediklerinizi de, açıkladıklarınızı da en iyi bilenim. Artık sizden kim bunu yaparsa, o takdirde gerçekten (düz) yolun ortasında sapıtmış olur.
(1)Resûl-i Ekrem (asm), ashâbına Mekke’nin fethi için gizliden gizliye hazırlık yapmalarını emir buyurdular. Sahâbeden Hâtıb bin Beltea (ra), Mekke’ye gitmekte olan bir kadınla oradaki müşriklere, karşı gelirlerse va‘d-i İlâhînin kaçınılmaz olduğunu ihtâr eden, ama bu sefer hazırlığını da haber veren bir mektûb yolladı. Cebrâîl (as)’ın haber vermesi üzerine Peygamberimiz (asm), birkaç sahâbeyi o kadının arkasından gönderdi ve ta‘kibciler onu yolda yakaladılar. Kadının böyle bir mektûbu aldığını inkâr etmesi üzerine Hz. Ali Efendimiz (ra): “Vallâhi, ne biz yalan söylüyoruz, ne de Allah’ın Resûlü!” diyerek kılıncını çekince, kadın korkusundan saçları arasında gizlediği mektûbu verdi. Hâtıb (ra) ise, bu hareketini İslâm’a ihânet kasdıyla değil, sâdece akrabâlarını başlarına gelmesi muhakkak olan tehlikeden korumak için yaptığını ve îmânında sâdık olduğunu beyân etti. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem (asm) Hâtıb’ı bağışladılar ve onu cezâlandırmak isteyen Hz. Ömer (ra)’a, Hâtıb (ra)’ın Ashâb-ı Bedir’den (radıyallâhü anhüm ecmaîn) olduğunu ve Cenâb-ı Hakk’ın, Bedir ehli hakkında “Dilediğinizi yapın! Ben sizin günahlarınızı bağışladım!” buyurduğunu beyân ettiler. Bunun üzerine Hz. Ömer (ra) iki gözünden yaşlar boşanarak: “Allah ve Resûlü daha iyi bilir!” dedi. Âyet, bu hâdise üzerine nâzil olmuştur. (İbn-i Kesîr, c. 3, 481)
Ey İman edenler! Benim düşmanım ve sizinde düşmanınız olanların koruması altına girmeyin. Onlar size Allah’dan geleni (Kur’an’ı) inkâr etmişler, Rabbiniz Allah’a inanıyorsunuz diye, elçiyi ve sizi yurtlarınızdan çıkardıkları halde, siz onlara sevgi gösteriyorsunuz ve benim yolumda, benim rızamı kazanmak için savaşa çıktığınızda da, onlara sevginizden dolayı (savaş) sırlarını veriyorsunuz. Ben sizin içinizde gizlediklerinizi de, açıkça yaptıklarınızı da bilirim. Sizden kim bundan böyle o hatayı yaparsa, çok uzak bir sapıklığın içine düşmüş olur.
Mü/minler! Benim düşmanımı da, sizin düşmanınızı da dost edinmeyin. Onlara dostluk gösteriyorsunuz [²], halbuki onlar size gelen hak dinî tanımadılar. Rabbiniz Allah/a iman ettiğiniz için peygamberi, sizi Mekke/den çıkarıyorlardı. Eğer diyarınızdan, benim yolumda duruşup hoşnutluğumu elde etmek uğrunda çıkmışsanız onları dost tutmayın. Onlara gizlice muhabbet gösteriyorsunuz. Halbuki sizin gizlediğiniz muhabbeti, açık gösterdiğiniz imanı, her şeyi herkesten iyi bilirim. Sizden her kim bir daha bunu yaparsa doğru yolu bitirmiş olur.
[1] Medine'de nazil olmuş, 13 âyettir.[2] Veya muhabbetten dolayı onlara peygamberin haberlerini bildiriyorsunuz.
Ey iman edenler! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları veliler edinmeyin. Siz onlara karşı sevgi yöneltiyorsunuz; oysa onlar haktan size geleni inkâr etmişler, Rabbiniz olan Allah'a inanmanızdan dolayı peygamberi de sizi de (yurtlarınızdan) sürüp çıkarmışlardır. Eğer siz, benim yolumda cihad etmek ve benim rızamı aramak amacıyla çıkmışsanız (nasıl) onlara karşı hâlâ sevgi gizliyorsunuz? Ben sizin gizlemekte olduklarınızı da, açığa vurduklarınızı da bilirim. Kim sizden bunu yaparsa artık o, elbette doğru yoldan sapmış olur.
(Adını, 10. ayette geçen “imtehinû” kelimesinden alan bu sure Medine’de nazil olmuştur ve 13 ayettir.)
Ey iman edenler! İslâm’a ve Müslümanlara karşı savaş açarak hem Bana, hem de size karşı düşmanlık eden kâfirleri sakın kendinize dost ve müttefik edinmeyin! Siz onlara safça sevgi gösterisinde bulunuyorsunuz, oysa onlar size gelen gerçeği inkâr etmiş ve sırf Rabb’iniz Allah’a inandığınız için Peygamberi ve sizi yurdunuzdan sürüp çıkarmışlardır. Eğer gerçekten Benim yolumda mücâdele etmek ve hoşnutluğumu kazanmak amacıyla yurdunuzu terk edip çıktıysanız, kâfirlere bilgi sızdırarak onlara karşı nasıl sevgi besleyebilirsiniz? Unutmayın ki, Ben sizin gizlediğinizi de, açığa vurduğunuzu da çok iyi bilirim! Dikkat edin, bundan böyle içinizden her kim böyle bir şey yapacak olursa, kesinlikle doğru yoldan sapmış olur!
Medîne’de, Hudeybiye Barış Antlaşması ile Mekke’nin fethi arasında, muhtemelen hicretin sekizinci yılında indirilmiştir. Adını, onuncu ayetinde geçen “femtehinûhunne: Medîne’ye sığınan kadınların mümin olup olmadıklarının anlaşılması için onları sınayın, imtihân edin!” kelimesinden almıştır. Mümtehine: İmtihân eden sûre ve Mümtehane: İmtihan edilen kadın adlarıyla anılan sûre, 13 ayettir.Mekkeli müşrikler Müslüman bir kabîleye saldırarak Hudeybiye antlaşmasını çiğneyince, Hz. Peygamber Mekke’ye ani bir baskın düzenlemek üzere gizlice hazırlıklara başladı. Ancak Peygamberin arkadaşlarından Hâtıb b. Ebi Beltea, bunu müşriklere bildirmek için bir cariye ile Mekke’ye mektup gönderdi. Hz. Peygamber, Allah’tan aldığı vahiy sayesinde bunu öğrenerek mektubu yerine ulaşmadan ele geçirdi. Aslında iyi bir Müslüman olan Hâtıb’a bu mektubu niçin gönderdiğini sorunca, o bunu İslâm’dan döndüğü veya kâfirlere sempati duyduğu için değil, yalnızca Mekke’deki akrabalarını müşriklerin saldırısından korumak amacıyla yaptığını söyledi. Bunun üzerine Peygamber onun doğru söylediğini belirtti ve gerekli uyarıları yaptıktan sonra onu affetti. İşte bu olay üzerine, başta Hâtıb olmak üzere kıyâmete kadar gelecek bütün müminleri, İslâm düşmanlarına yardımcı olmamaları konusunda uyaran aşağıdaki ayetler nazil oldu:
Ey iman edenler!
Benim düşmanımı ve sizin de düşmanınızı, Meveddet / Karşılıklı Sevgi ile yaklaşacağınız veliyyler edinmeyin!
Size Hakk’tan gelen şeyleri inkâr ettiler.
Rabbiniz Allah’a iman ediyorsunuz diye sizi ve Rasûl’ü (yurdunuzdan) çıkarıyorlar.
Benim yolumda cihada çıkmış olsaydınız ve benim hoşnutluğumu aramış olsaydınız, Meveddet / Karşılıklı Sevgi ile onlara sır tutardınız.
Hâlbuki gizlediklerinizi de, açıkladıklarınızı da ben çok iyi bilirim.
Sizden kim bunu yaparsa, kesinlikle, Düz Yol’dan sapmıştır.
Ey iman edenler! Allah’tan size geleni inkâr ederek Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları sakın gizli sevgi besleyerek dost edinmeyin. Zira onlar, Peygamberi de sizi de sadece Rabbiniz olan Allah’a inanmanızdan dolayı, yurdunuzdan çıkartıyorlar.1 Benim yolumda cihat etmek ve Benim rızamı kazanmak için savaştığınız kimselere, içinizden (nasıl) sevgi besliyorsunuz? Hâlbuki Ben sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi çok iyi bilirim. Ve sizden her kim, bunu yaparsa (işte o,) dosdoğru yoldan sapmış olur.2
1 Eğer bu ayetin: (يُخْرِجُونَ الرَّسُولَ وَاِيَّاكُمْ اَنْ تُؤْمِنُوا بِاللّٰهِ رَبِّكُمْ ۘ) bölümü (كَفَرُوا)fiilinin fâilenden hâl olarak düşünülürse bu bölümün anlamı; “Ey iman edenler! Allah’tan size geleni inkâr ederek ve Peygamberi de sizi de sadece Rabbiniz olan Allah’a inanmanızdan dolayı yurdunuzdan çıkartan, Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları sakın gizli sevgi besleyerek dost edinmeyin” şeklinde olabilir.2 Peygamberimiz, Mekke’nin fethi için hazırlık yaptığı sırada sahabeden bazılarına niyetinin Mekke olduğunu gizlice söylemişti. Hâtıb b. Ebî Belte’a da bunlardan birisi idi. Hâtıb b. Ebî Belte’a, Sâre adında Mekke’den Medine’ye gelen bir kadınla, Mekke’deki yakınlarını korumak amacıyla bir mektup yazarak gizlice Mekke’ye göndermişti. Kadın, yola çıktıktan sonra Cebrail durumu Peygamberimize haber verdi. Peygamberimiz hemen Hz. Ali, Zübeyr ve Mıkdad’ı (r.a) gönderdi. Onlar, mektubu kadının sakladığı yerden bulup çıkardılar ve Peygamberimize getirdiler. Bunun üzerine Ebî Belte’a; “Bu mektubu inkârından ve küfre rıza gösterdiğinden değil de Mekke’deki yakınlarını himaye etmek için” yazdığını söyledi. Rasulullah da “dosdoğru söyledi” buyurdu. Hz. Ömer, “Ey Allah’ın Rasulü! Bana müsaade buyur boynunu vurayım” deyince, Efendimiz: “O, Bedir savaşına katıldı.” buyurdular. Bu ayetin iniş sebebi özetle bu olaydır. (Buharî, Müslim)
SİZ EY imana ermiş olanlar! Size gelmiş olan bütün hakikatleri inkar eden ve [yalnızca] Rabbiniz Allah'a inandığınız için Elçi'yi ve sizi (yurtlarınızdan) süren 1 düşmanlarımı -ki onlar aynı zamanda sizin de düşmanlarınızdır- 2 şefkat göstererek dost edinmeyin! Eğer Benim yolumda cehd göstermek için ve Benim rızamı kazanmak arzusuyla [evlerinizden] çıkıp gitti[ği]niz [doğru] ise, onlara gizli bir şefkatle yaklaş[arak dostluk yap]mayın: çünkü hem açıktan yaptığınız hem de gizlemiş olduğunuz her şeyden tamamiyle haberdarım. Ve içinizden bunu her kim yaparsa doğru yoldan sapmış olur. 3
Ey İman edenler, benim de düşmanım sizin de düşmanınız olan kimseleri evliya edinip onlarla işbirliği yapmayın. Ama gel gör ki akrabalık bağı nedeniyle özel bilgileri onlara ulaştırıyorsunuz, hâlbuki onlar size gelen Kuran’a inanmamakta direnmektedirler. Üstelik sırf Rabbiniz Allah’a iman ettiniz diye, elçiyi ve sizi yurdunuzdan sürüp çıkarmışlardı. Madem ki siz benim yolumda benim rızamı kazanmak için hicret ettiniz, o halde nasıl olurda akrabalık bağı nedeniyle sırlarınızı onlara iletiyorsunuz? Oysa ben sizin gizli ve açık her şeyinizi bilirim. Artık kim bundan sonra bunu yaparsa iyi bilsin ki dosdoğru yoldan sapmış olur. 3/28, 8/74, 9/20, 58/22
SİZ ey iman edenler! Benim ve sizin düşmanlarınızı evliyâ edinmeyiniz![5046] Siz onlara yürek dolusu sevgi sunuyorsunuz,[5047] ama onlar size gelen bütün hakikati kökten inkâr ediyorlar. Onlar hem Elçi’yi hem de sizi sırf Rabbiniz Allah’a iman ettiniz diye sürüp çıkarırlarken, -tabii ki siz rızamı kazanmak ve yolumda çihad etmek için çıkmışsanız eğer- onlara, (akrabalık) sevgisi[5048] sebebiyle nasıl sır verirsiniz?[5049] Ne ki Ben sizin gizlediklerinizi de, açığa vurduklarınızı da çok iyi bilirim: Artık sizden kim böyle yaparsa, işte o doğru yolun ortasında sapıtmış[5050] demektir.[5051]
[5046] Bu, inanca yönelik bir düşmanlıktır. İslâm, iman, vahiy ve peygamber düşmanları, hem Allah’ın hem de mü’minlerin ortak düşmanıdırlar.
[5047] Bilmeveddedeki bâ, sunulan sevginin ölçüsüzlüğüne delâlet eder.
[5048] Bununla Hâtıb’ın düşmana değil, akrabalarına olan “fıtrî sevgisi” (vudd) kastedilse gerektir.
[5049] Sırr, düşmana verilen sır; ihfa ise sırrın arkasındaki sır, yani bu sırrı verirken gizlenen gerekçe.
[5050] Benzer bir kullanım için bkz:
7:16.
[5051] İniş nedeni olan olay şudur: Hicretin 4. yılında Ebu Leheb’in Sâre isimli müşrik cariyesi Medine’ye gelerek yardım ister. Kendisine hayli yardım yapılır. Kadın, Hudeybiye’nin ardından Mekke’ye dönerken, Hâtıb kendisine bir mektup verir. Hâtıb, kendisi hicret ettiği halde annesi, oğulları ve kardeşi Mekke’de korumasız kalmış biridir. Ama kanaatim odur ki, bu kadın Mekke adına casusluk yapmak için gelmiştir ve Hâtıb’ın aklını çelen de odur. Kadın, sonuna kadar küfründe direnmiş ve küfrüyle öldürülmüştür. Fetih’ten sonra eman verilmediği için öldürülen iki kadından biri olması da bunu göstermektedir. Hâtıb’ın, Uhud’a “yerinizi terk etmeyin” talimatıyla yerleştirildiği halde yerlerini terk eden okçulardan biri olduğu hatırlanmalıdır. Uhud yenilgisinde pay sahibi olmanın içinde estirdiği fırtınalar bu yanlışa düşmesinde rol oynamış mıdır, bilinmez. Mektub şöyledir: “Haberiniz olsun ki Rasulullah gece apansız gelen sele benzer bir orduyla size yöneldi. Allah’a yemin ederim ki, o sizin üzerinize tek başına yürüse, yine de Allah ona zafer verecektir; zira o Allah’ın kendisine vaad ettiğine nail olacaktır” (Âlûsi). Allah Rasûlü durumu öğrenince Hz. Ali komutasında dört kişilik bir tim gönderir. Ravza-i Hâh’da kadını yakalarlar. Bir iki tehditten sonra kadın mektubu sakladığı yerden çıkarıp verir. Allah Rasûlü Hâtıb’ı çağırtır. Hâtıb der ki: “Aleyhimde hüküm vermekte acele etme ya Rasulullah. Ben Kureyş’ten değilim, Kureyş’in yanaşmasıyım. Seninle beraber olan muhacirlerin çoğunun yakınları var, onların geride kalan ailelerini onlar koruyor. Ailemi himaye için onlar arasında himayecim olmadığından, bu yolla onlara ulaşmak istedim; ne inkârımdan, ne dinimden yüz çevirdiğim için ve ne de İslâm’dan sonra küfürden razı olduğum için yaptım bunu.” Nebi “Doğru söyledi” der ve bağışlar (Taberî; krş: Buhari, Meğâzî 46; Müslim, F. Sahabe 161).
Ey imân etmiş olanlar! Benim düşmanımı, sizin de düşmanınızı dostlar ittihaz etmeyiniz, siz onlara bir meveddet sebebiyle bazı haberler ulaştırıyorsunuz. Halbuki, onlar size Hakk'tan gelen şeyi münkir bulunmuşlardır. Rabbiniz Allah'a imân ettiğinizden dolayı Peygamberi de, sizi de (yurdunuzdan) çıkarıyorlardı. Eğer siz Benim yolumda ve Benim rızamı talep için cihada çıkmış oldu iseniz (O kâfirleri dost tutmayınız). Onlara meveddet ile sır veriyorsunuz ve Ben ise sizin gizlediğiniz şeyi de, açıkladığınız şeyi de pek iyi bilirim ve onu sizden her kim yaparsa artık yolun ortasından sapmış olur.
Ey iman edenler! Benim de sizin de düşmanlarınızı dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği reddettikleri halde, siz onlara sevgi sunuyorsunuz. Resulullahı ve sizi, sırf Rabbiniz olan Allah'a inandığınız için, vatanınızdan kovuyorlar. Siz Benim yolumda cihad etmek ve Benim rızamı kazanmak için yurdunuzdan çıkarılmayı göze aldıysanız, nasıl olur da onlara sevgi gösterip sır verirsiniz? Halbuki Ben sizin gizlediğiniz ve açıkladığınız her şeyi bilmekteyim. Doğrusu içinizden kim bunu yaparsa, artık doğru yoldan sapmış olur. [5, 51-57; 3, 28; 4, 144]
Kureyşliler Hudeybiye antlaşmasını çiğneyince Hz. Peygamber (a.s.) Mekke’yi fethetme hazırlıklarına başladı. Yalnız bu hedefini ashabdan birkaç kişi dışında kimseye hissettirmemişti. Hatıb b. Ebî Beltea (r.a) nasılsa bunu öğrenmiş ve Mekke’ye giden bir cariye ile çok gizli kaydı ile mektup göndermişti. Allah Teâlâ Hz. Peygamber (a.s.)’a bunu bildirdi. O da Abdullah İbn Zübeyr ile Mikdad (r.a)’ı gönderip “Medineden 40 km. kadar mesafede bulacakları kadından.” mektubu almalarını istedi. Getirdikleri mektupta Mekkeye sefer hazırlığı bildiriliyordu. Peygamberimiz Hatıb’a sebebini sorunca o: “Ya Resulellah, ben küfre sempati duyduğumdan değil, ama ailem orada, Mekke’de onları koruyacak akrabalarım da yok. Bu davranışımı gözönünde bulundurarak Kureyşliler aileme sıkıntı vermezler ümidiyle bu işi yaptım” dedi. Onu Öldürmek isteyen Hz. Ömer’e (r.a), Efendimiz şöyle dedi: “Hâtıb, Bedir’e katılanlardandır. Allah’ın Bedir savaşına katılanlara nazar buyurup “Ben sizleri affettim, demediğini kim biliyor?” Hz. Peygamber onu affetmekle beraber, sebep ne olursa olsun, küfre yardım yerine geçecek bir davranışın kesin haram olduğunu bildirmiştir
Ey inananlar! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olan kimseleri dost edinmeyin. Onlar size gelen gerçeği inkar ettikleri, Rabbiniz Allah'a inandığınızdan dolayı Elçiyi ve sizi (yurdunuzdan) çıkardıkları halde siz onlara sevgi iletiyorsunuz. Benim yolumda cihadetmek ve benim rızamı kazanmak için (yurdunuzdan) çıktığınız halde içinizde onlara sevgi (mi) gizliyorsunuz? Oysa ben sizin gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz her şeyi bilirim. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur.
Ey inanıp güvenenler (müminler)! Benim de düşmanım, sizin de düşmanınız olanları, dost (veli) bilmeyin. Siz onlara karşı sevgi gösteriyorsunuz. Oysa onlar, size gelen gerçeği görmezlikten gelmişlerdir. Rabbiniz olan Allah’a inanıp güvendiniz diye hem elçiyi hem de sizi yurdunuzdan çıkarmaktalar. Eğer benim yolumda ve benim rızamı kazanma arzusuyla mücadele (cihad) için çıktıysanız böyle yapmayın. Onlara duyduğunuz sevgi sebebiyle sır veriyorsunuz? Ben, gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilirim. Kim bunu yaparsa düz yoldan çıkmış olur.
[*] تفسير الطبري - (23 / 311) وكان كتب إلى قُريش بمكة يطلعهم على أمر كان رسول الله صَلَّى الله عَلَيْهِ وَسَلَّم قد أخفاه عنهم، وبذلك جاءت الآثار والرواية عن جماعة من أصحاب رسول الله صَلَّى الله عَلَيْهِ وَسَلَّم وغيرهم.
-Ey İman edenler, benim de düşmanım sizin de düşmanız olanları, dost edinmeyin. Size haktan geleni inkar etmişlerken; siz onlara sevgi gösteriyorsunuz. Rabbiniz olan Allah'a iman ediyorsunuz diye Peygamberi de sizi de yurdunuzdan çıkarıyorlar. Eğer benim yolumda cihat etmek ve benim razılığımı almak için çıktıysanız gizlice onlara sevgi beslemeyin. Ben gizlediğinizi de açıkladığınızı da bilirim. Sizden kim bunu yaparsa, doğru yoldan sapmış olur.
Ey iman edenler! Bana ve size düşman olanları veli edinmeyin. Siz onlara sevgi gösteriyorsunuz; ama onlar size hak olarak geleni inkâr etmişlerdir. Peygamberi ve sizi de, Rabbiniz olan Allah'a iman ettiğiniz için yurdunuzdan çıkarmaktadırlar. Eğer siz Benim yolumda cihad etmek ve rızamı kazanmak için çıkmışsanız, onlara nasıl sevgi gösterirsiniz? Sizin gizlediğinizi de Ben bilirim, açığa vurduğunuzu da. Sizden kim bunu yaparsa doğru yoldan sapmış olur.
Ey iman sahipleri! Düşmanımı ve düşmanınızı dostlar yerine tutmayın! Onlar, size Hak'tan geleni inkâr ettikleri, Rabbiniz Allah'a inandığınız için Peygamber'i ve sizi yurdunuzdan çıkardıkları halde, siz onlara sevgi sunuyorsunuz. Benim yolumda gayret sarf etmek, benim hoşnutluğumu kazanmak için seferber olduğunuz halde, içinizde onlara sevgi gizliyorsunuz. Sizin gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da en iyi ben bilirim. Sizden kim bunu yaparsa denge yolundan sapmış olur.
iy anlar kim įmān getürdiler! dutmañ düşmānumı daħı düşmānuñuzı dostlar kim bıraġursız anlardın yaña ya'nį ħaberler dostlıķdan ötürü. daħı bayıķ kāfir oldılar aña kim geldi size ḥaķ. çıķartırlar yalavacı daħı sizi anuñ-içün kim įmān getürürsiz Tañrı’ya çalabuñuza. eger olduñuz çıķduñuz ise ġaża-y-içün yolumda daħı istemek içün ħoşnūdlıġumı… gizlersiz anlardın yaña dostlıġı daħı ben bilürin anı kim gizledüñüz daħı anı kim eşikere eyledüñüz. daħı her kim eyler-ise anı sizden bayıķ azdı yol ŧoġrusından.
İy mü’minler, benüm düşmanumı ve sizüñ düşmanuñuzı dostidinmeñüz. Anlara muḥabbet göstermeñüz. Anlar kāfir olupdururlar sizegelene Ḥaḳdan. Çıḳarurlar resūli ve size daḫı eydürler: Hergiz īmān getür‐meñüz sizi yaradana. Eger siz çıḳduñuzsa ġazālıġa benüm yolumda ve be‐nüm rāżīlıġum istemege, sırr‐ıla anlara muḥabbet gösterürsiz. Daḫı ben bi‐lici‐men siz yaşurġanı ve siz āşikāre daḫı eylegeni ve kim ki anı işlese siz‐den, pes doġru yoldan azışupdur.
Ey iman gətirənlər! Nə mənim düşmənimi, nə də özünüzün düşmənini dost (vəli) tutun! Onlar (kafirlər) sizə gələn haqqı (Qur’anı, Muhəmməd əleyhissəlamı) inkar etdikləri halda, siz onlarla dostluq edirsiniz (mehribanlıq göstərirsiniz). Siz Rəbbiniz olan Allaha iman gətirdiyiniz üçün onlar Peyğəmbəri və sizi (Məkkədən) çıxardırdılar. Əgər siz Mənim yolumda və Mənim rizamı qazanmaq uğrunda cihada çıxmısınızsa (Mənim düşmənlərimi dost tutmayın). Siz onlarla gizlində dostluq edirsiniz (dostluq üzündən onlara sirr verirsiniz). Mən sizin gizli saxladığınız və aşkar etdiyiniz hər şeyi (bütün gizli və aşkar əməllərinizi) bilirəm. Sizdən kim (bir daha) bunu etsə (düşmənlərlə dostluq edib onlara sirr versə), o, şübhəsiz ki, haqq yoldan azmışdır!
O ye who believe! Choose not My enemy and your enemy for friends. Do ye give them friendship when they disbelieve in that truth which hath come unto you, driving out the messenger and you because ye believe in Allah, your Lord? If ye have come forth to strive in My way and seeking My good pleasure, (show them not friendship). Do ye show friendship unto them in secret, when I am best Aware of what ye hide and what ye proclaim? And whosoever doeth it among you, be verily hath strayed from the right way.
O ye who believe! Take not my enemies and yours as friends (or protectors),- offering them(5409) (your) love, even though they have rejected the Truth that has come to you, and have (on the contrary) driven out the Prophet and yourselves (from your homes), (simply) because ye believe in Allah your Lord!(5410) If ye have come out to strive in My Way and to seek My Good Pleasure, (take them not as friends), holding secret converse of love (and friendship) with them: for I know full well all that ye conceal and all that ye reveal. And any of you that does this has strayed from the Straight Path.*
5409 The immediate occasion for this was a secret letter sent by one Hatib, a Muhajir, from Madinah, to the Pagans at Makkah, in most friendly terms, seeking for their protection on behalf of his children and relatives left behind in Makkah. The letter was intercepted, and he confessed the truth. He was forgiven as he told the truth and his motive did not appear to be heinous, but this instruction was given for future guidance. This was shortly before the conquest of Makkah, but the principle is of universal application. You cannot be on terms of secret intimacy with the enemies of your Faith and people, who are persecuting your Faith and seeking to destroy your Faith and you. You may not do so even for the sake of your relatives as it compromises the life and existence of your whole community. 5410 Such was the position of the Muslim community in Madinah after the Hijrah and before the conquest of Makkah.