Bu ayet Hafs Mushafı sırasına göre baştan 5448, sondan 789. ayet; 72. sure ve bu surenin 1. ayetidir. Bu ayetin kelime sayisi 13, harf sayısı 49 ve toplam ebced değeri ise 2246 olarak hesaplanmıştır.
قل اوحي الي انه استمع نفر من الجن فقالوا انا سمعنا قرانا عجبا
قلاوحياليانهاستمعنفرمنالجنفقالوااناسمعناقراناعجبا
Kul ûhiye ileyye ennehu-steme’a neferun mine-lcinni fekâlû innâ semi’nâ kur-ânen ‘acebâ(n)
1,2. (Ey Muhammed!) De ki: “Bana cinlerden bir topluluğun (Kur’an’ı) dinleyip şöyle dedikleri vahyedildi: “Şüphesiz biz doğruya ileten hayranlık verici bir Kur’an dinledik de ona inandık. Artık, Rabbimize hiç kimseyi asla ortak koşmayacağız.”
Sözlükte cin, “örtmek, gizli kalmak” anlamındaki cenne fiilinden isim olup “gizli, görünmeyen varlıklar” mânasına gelir, tekili cinnîdir. Terim olarak cin, ateşten yaratılmış, duyularla idrak edilemeyen, şuur ve irade sahibi, ilâhî emirlere uymakla yükümlü olan, insanlar gibi iyileri ve kötüleri bulunan varlık türünü ifade eder. Cin kelimesi gerek Kur’an’da (22 yerde) gerekse diğer İslâmî kaynaklarda insan ve melek dışındaki üçüncü bir akıllı / şuurlu varlık türünün adı olarak kullanılmıştır.
İnsanlar gibi cinler de kendi aralarında evlenip çoğalırlar; insanlara nisbetle daha üstün bir güce sahiptirler. Meselâ kısa sürede uzun mesafeleri katedebilir, insanlar onları görmedikleri halde onlar insanları görür, insanların bilmediği bazı hususları bilirler; fakat gaybı bilemezler. Cinlerin gaybı bildiklerine dair yanlış inancı Kur’an kesinlikle reddeder (bk. Sebe’
34:14). Gökteki meleklerin konuşmalarından gizlice haber almak isterlerse de buna imkân verilmez (bk. Hicr
15:18). Kur’an bazı cinlerin Hz. Süleyman’ın emrine girerek ordusunda hizmet gördüklerini ve insanlarla beraber çalıştıklarını bildirmektedir (bk. Sebe’
34:12-13).
Cin telakkisi insanlık tarihinin her döneminde ve bütün kültürlerde mevcuttur. Eski Asurlular ve Bâbilliler’de kötü ruh ve cinlere inanılırdı. Sâmî kökenli kavimlerde cinlerin değişik sınıfları bulunduğu kabul edilirdi. Eski Mısır’da cinler çoğunlukla yılan, kertenkele gibi sürüngenlere benzetilirdi. Eski Yunanlılar’da daimon adı verilen insan üstü varlıklar bulunduğu kabul edilir, bunlar iyi ve kötü olarak ikiye ayrılırdı. Eski Romalılar’da da insanlara zarar verebilen kötü ruhlar telakkisi mevcuttu. Çinliler’de cinlerin her yerde bulunduğu, iyi ve kötülerinin olduğu kabul edilirdi. Özellikle taoist rahipleri cinlerin zararlarından korunmak için muska yazar, efsun yaparlardı. Hintliler’de de iyi ve kötü cin telakkisi mevcuttu. İran kültüründe cin telakkisi Zerdüşt öncesinden gelir. Eski Türkler’de cinler bütün hastalıkların kaynağı kabul edilir, bu cinler şaman tarafından hasta bedenlerden uzaklaştırılırdı.
İsrail kültüründe, daha çok İran’ın düalist sisteminin tesiriyle kötü ruh ve cin anlayışı belirginleşmişti. Yahudiler cinlerin çöllerde ve harabelerde yaşadığına inanırlardı. Yahudi kutsal kitaplarında ağrı ve felâket veren, kan emen cinlerden söz edilirdi (II. Samuel,
1:9; Süleyman’ın Meselleri,
30:15). Hıristiyan kültüründe cin telakkisi daha çok Yahudilik etkisinde gelişmiştir. Yeni Ahid, cinleri putperestlerin tanrıları (meselâ bk. Resullerin İşleri,
17:18 ), bedensel ve ruhsal hastalıkların kaynağı (Matta,
12:28; Luka,
11:20) olarak gösterir. Bilhassa XII. yüzyıldan itibaren cin telakkisi hıristiyan sanatının önemli bir teması haline gelmiştir. Avrupa’da ve daha sonra Amerika’da cadılık ve büyücülük büyük ilgi görmüştür.
İslâm’dan önce Araplar cinlere bazı tanrısal güç ve yetenekler yükler, onlar adına kurban keserlerdi. Cinlerin kâhinlere gökten haberler getirdiğine inanırlar; böylece Allah ile bu gizli varlıklar arasında bir bağ kurarlardı (bk. İbn Âşûr, VII, 405). Câhiliye Arapları’nın bir kısmı şeytanın şer tanrısı olduğuna inanır, melekleri Allah’ın askerleri, cinleri de şeytanın askerleri sayarlardı (bk. En‘âm
6:100). Kur’an-ı Kerîm bu bâtıl inançları reddetmiş, cinlerin de insanlar gibi Allah’a kulluk etmeleri için yaratıldıklarını haber vermiştir (Zâriyât
51:56). Onlara da peygamber gönderilmiş, içlerinden iman edenler olduğu gibi inkâr edenler de olmuştur (En‘âm
6:130). Hz. Peygamber ilâhî emirleri cinlere de tebliğ etmiştir (Ahkaf
46:29; cinlerin insanlarla ilişki kurup kuramayacağı konusunda bk. Nâs
114:6; cinler hakkında bilgi için bk. M. Süreyya Şahin-Ahmet Saim Kılavuz, “Cin”, DİA, VIII, 5-10, ayrıca bk. En‘âm
6:100; Hicr
15:27; Kehf
18:50).
Yukarıda sûrenin nüzülünden söz ederken belirtildiği üzere cinlerden bir grup, Hz. Peygamber’den Kur’an dinledikten sonra geri dönüp, doğru yolu gösteren ve üstün nitelikleri sebebiyle kendilerini hayran bırakan Kur’an’a inandıklarını, artık rablerine hiçbir şeyi ortak koşmayacaklarını kendi topluluklarına açıklayarak onları da uyarmaya çalışmışlardır. Âyetten anlaşıldığına göre Hz. Peygamber o esnada Kur’an dinleyen cinleri görmemiş, fakat onların Kur’an dinledikleri kendisine vahiy yoluyla bildirilmiştir; ancak daha sonraki buluşmalarında cinleri gördüğü ve onlara tebliğde bulunduğu rivayet edilmiştir (bilgi için bk. Ahkaf
46:29). Cinlerin Kur’an’ı dinlediklerini haber vermekten maksat, Hz. Peygamber’den defalarca Kur’an dinledikleri halde iman etmemekte direnen müşriklerin cinlerden ibret ve örnek almalarını sağlamaktır (Şevkânî, V, 350).
3. âyette “rabbimizin şanı” diye çevirdiğimiz tamlamadaki ced kelimesi sözlükte “büyüklük, ululuk, zenginlik, güç, asıl” anlamlarına gelmektedir. Burada Allah’ın şanının yüce olduğunu ve hiçbir şeye muhtaç olmadığını ifade eder. Âyetin devamında “O, ne bir eş edinmiştir ne de çocuk” meâlindeki cümle de bu yorumu desteklemektedir. Cinlerin bu sözleri onların, müşriklerin “Melekler Allah’ın kızlarıdır” şeklindeki inançlarından haberdar olduklarını ve bu bâtıl inancı reddettiklerini gösterir.
1,2. De ki: “Cinlerden bir grubun (beni) dinlediği ve şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur: ‘Şüphesiz ki doğruya götüren harikulade bir Kur’an dinledik ve ona inandık; artık Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız.
[Cin] kelimesi, “örtülü”, “saklı”, “görünmeyen” anlamlarına gelen [cinnî] kelimesinin çoğuludur. Görünmedikleri için saklı varlıkların bir bölümüne [cin/cân] adı verilmektedir. Cinlerin, sanılanın aksine güçsüz oldukları, insanların onları gereksiz yere şımartıp daha da azgınlaşmalarına sebep oldukları, cinlerin çeşitli itiraflarından anlaşılmaktadır. 13. ayette ise, Allah’a güvenen insanlara hiçbir şekilde zarar veremeyecekleri belirtilmektedir. Burada sözü edilen cinler, sorumluluk sahibi kılınan görünmeyen varlıklardır
Cinlerin Kur’an’la ilgili bu değerlendirmelerini Tevrat için de yaptıkları Ahkâf
46:30’da dile getirilmektedir.
1,2. De ki: Cinlerden bir grubun, Kur'ân'ı dinleyip toplumlarına şöyle dedikleri bana vahyolundu: “Biz, doğru yola ileten eşsiz bir Kur'ân dinledik. Bu yüzden ona inandık. Artık Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız.” [683][684]
[683] Cinn sûresi hakkında genel bilgi için bk. Bayraklı, KUR’ÂN TEFSÎRİ, XX, 49.[684] Cin kelimesi hakkında açıklama ve cinlerin çeşitli konulara dair itirafları için bk. Bayraklı, KUR’ÂN TEFSÎRİ, XX, 52-73.
De ki: “Bana, cinlerden¹ bir topluluğun dinledikten sonra gidip; biz gerçekten hayranlık uyandıran bir kur'an² dinledik, dedikleri, vahyolundu.”
1- Yabancılardan. Gördüğümüz- görmediğimiz, bilinen-bilinmeyen, tanınan-tanınmayan, yerli-yabancı, gelmiş geçmiş kim varsa. Kur'an cinn kavramını daha çok bilinmeyen, tanınmayan yani yabancı olan, yabancı yerlerden olan kimseler ve halklar için kullanmaktadır. (29) Cin, kökü mastar olarak, “örtmek, görünmez hale getirmek” demektir. Cinnet, mecnun, cennet, cenin sözcükleri bu köktendir. Aklın örtülmesine cinnet; ağaçlarla, yeşilliklerle örtülmüş toprak parçasına cennet; rahmin örtüğüne cenin; akıl hastası olana (aklı örtülmüş olduğu için) mecnun denemesi, bunların örtünerek görünmez hale gelmiş olmalarındandır. Kur'an'ın; Cahiliye'nin cinn algısı bağlamında, cinn kavramını kullanmış olmasının cinler hakkında ontolojik bilgi olarak görülmesi önemli bir yanılgıdır. Kur'an, Cahiliye'nin cinn algısını sapkınlık olarak nitelemekte ve Cahiliye'nin cinlere atfettikleri nitelikleri reddetmektedir. Kur'an'a göre; cinlerin, üstün varlıklar ve üstün güçlere sahip olduğu inancı cahili bir inançtır. Müşriklerin; Nebi efendimize kâhin, şair, mecnun lakabı takmaları, onların cinn ile ilgili inançlarının bir sonucudur.2- Hitap, söylev, kelam.
(Ey Resulüm!) De ki: Gerçekten Cinnlerden bir grubun (gelip Benden) işiterek şöyle dedikleri Bana vahyolundu: “Doğrusu biz, (büyük) hayranlık uyandıran bir Kur'an dinledik”.
De ki: Bana vahyedildi bu gerçekten de; cinlerin bir topluluğu, beni dinlediler de şüphe yok ki dediler, biz, şaşılacak bir Kur'an duyduk.
Hz. Muhammed (s.a.a), amcası Ebu-Talib'le zevcesi Hz. Hadice'nin vefatından sonra pek yalnız kalmış, hicretten iki yıl önce Tâif'e gitmiş, bir müddet sonra Mekke'ye dönerken bu sûre vahyedilmiştir. Cübeyr oğlu Said'in İbn-i Abbas'tan tahricine göre Hz. Muhammed (s.a.a) Mekke'deki Ukâz mevkiine giderken sahabesiyle sabah namazını kılmış, cinler, Kur’an'ı duyup kavimlerine giderek haber vermişlerdir, Tanrı da bunu, bu sûreyle Hz. Muhammed (s.a.a)'e bildirmiştir. Abdullah-ibn-i-Mes'ud, Hz. Peygamberin bir gece Mekke'den kaybolduğunu, nereyi aradılarsa bulamadıklarını, sabahleyin Hira dağı tarafından geldiğini ve cinlerden bir elçi geldi, beni çağırdı; gittim, onlara din tebliğ ettim, Kur’an okudum dediğini rivayet eder (Mecma, 2, 538-539).
Cin taifesi, 55. sûrenin 15. ayetine göre alevden yaratılmıştır. Ulvileri, süfileri, inananları, inanmayanları vardır. Türlü şekillerde temessül edebilirler. Hükema mesleğini benimseyenlerse cin ve Şeytanın, insanı doğru yoldan çeviren, çelen insanlarla düşüncelerden ibaret olduğunu, meleklerin de iyiliğe sevk eden kişiler ve kuvvetler bulunduğunu kabul ederek tevil yolunu tutmuşlardır.
De ki: Cinlerden bir topluluğun gelip Kur'ân dinledikleri ve sonra da: “Biz ne güzel bir Kur'ân dinledik” dedikleri bana vahiy yoluyla bildirildi.
“Bana, cinlerden kalabalık bir ekibin Kur'ân'ı dinlediği, herkesi hayretler içinde bırakan, bütün ilâhî kitaplardaki dinî-ilmî esasları içeren, okunan bir kitap, Kur'ân dinledik, dedikleri vahyedildi.” de.
De ki: "Bana vahyedildiğine göre cinlerden bir grup (Kur'an'ı) dinledi ve şöyle dediler: "Doğrusu biz hayret verici bir Kur'an dinledik.
Bu surenin cinlerle ilgili ayeti kerimeleri hakkında Buhari, Tirmizi ve daha başkaları Abdullah bin Abbas (r.a.)`ın şöyle söylediğini rivayet etmişlerdir:Resulullah (a.s.) cinlere hitaben bir şey okumuş veya onları görmüş değildir. Ancak ashabından bir grupla birlikte Ukaz çarşısına doğru yola çıktı. Bu arada (yani Resulullah (a.s.)`ın peygamber olarak görevlendirilmesinden sonra) şeytanların göklere yükselerek oralarda bulunanlardan bilgi edinmeleri de engellenmişti. (Şeytanlardan ve diğer cinlerden) öyle bir şeye kalkışanların üzerlerine parlak ateş parçaları atılıyordu. Bunlar toplumlarına dönerek: Bu ancak yeni bir gelişmeden dolayı olabilir. Yeryüzünün doğusunu ve batısını bir dolaşın da bakın ki bu yeni gelişme neymiş" dediler. Onlar da bunun için çıktılar. Tihame tarafına giden grup Resulullah (a.s.)`ın Batnı Nahle`de sabah namazını kılmakta olduğu sırada ona şahid oldu. Kur`an-ı Kerim`i duyunca onu dinlemeye koyuldular ve: "Vallahi sizin göklerin bilgelerine ulaşmanıza engel olan gelişme budur" dediler. Ardından toplumlarına dönerek: "Doğrusu biz hayret verici bir Kur`an dinledik" dediler. Sonra bu olay Resulullah (a.s.)`a vahiyle bildirildi."
De ki: 'Bana gerçekten şu vahyolundu: Cinlerden bir grup dinleyip de şöyle demişler: -Doğrusu biz, (büyük) hayranlık uyandıran bir Kur'an dinledik'
(Ey Rasûlüm, Mekke kâfirlerine) de ki: “-Bana, şu gerçek vahy olundu: Bir takım cinler (sabah namazında Kur'an okuduğumu) işittiler de (kavimlerine döndükleri zaman) dediler ki, biz çok hoş bir Kur'an dinledik;
De ki: Bana bildirildi ki (gösterildi ki)() bir grup cin, (Kur’anı) dinlediler. “Biz harikulade bir Kur’an işittik.” dediler.()
(*) Peygamber’in cinleri görüp dediklerini işitmesi ruhanî olduğu ve maddi gözden gizli bir şekilde geçtiği için gizli bilgi demek olan vahiy ile ifade edilmiştir. Bakınız Ahkaf suresi 29. ayet.
(**) Veya bana vahyedildi ki, bir grup cin (göğü) dinlemiş “Biz harikulade bir Kur’an işittik” demiştir.
1,2. Diyesin ki: «Bana vahiy olundu, cinlerden bir bölük, kulak tutarak dediler ki: «Doğru yola götüren, ne güzel bir Kur'anı dinledik bizler, biz ona inanmışız, kimseyi, Tanrımıza hiç de eş tutamayız
(Ey Resul!) De ki: “Bana, cinlerden bir topluluğun (Kur'an'ı) dinlediği ve (kendi toplumlarına gidip) şöyle dediği vahyolundu:
Burada geçen “cin” kavramı görünmeyen ve ateşten yaratılan “cin” anlamına gelebileceği gibi mecazen “bölgede bilinmeyen ve uzaklardan gelen, yabancı insanlar” anlamına da gelebilir. Çünkü cinler dumansız ateşten yani ışından/enerjiden (Rahman
55:15) yaratılmış varlıklardır. Madem cinler insan türünden değil, o halde onlara kendi cinslerinden peygamber gelmeli. Nitekim “(O gün Allah zalimlere soracak) Ey cinler ve insanlar (görünmeyen ve görünen akıl sahibi iradeli varlıklar)! Size ayetlerimi anlatan ve böyle bir günle karşılaşacağınızı (haber vererek) sizi uyaran içinizden resuller gelmedi mi? ...” (En’am
6:130) buyrulmaktadır. Bu ayetten de anlıyoruz ki cinlere kendi içerlerinden peygamberler gelmiştir. Ayrıca 16. ayette geçen “biz onların hepsine bolca su (bereket ve rızık) verirdik.” ifadesi de buradaki muhatapların dünyalık varlıklar olduğu yönündedir. Zira ateşten yaratılan ve dünyalık nimetlerle alakası olmayan bir topluluğun yağmurla nasıl bir ilişkisi kurulabilir? Ancak semayı yoklayan ve orada çok güçlü koruyucuları ve ateşli savunma sistemlerini görenlerin ateşten yaratılan cinler olabileceğini düşünebiliriz.
1,2. De ki: "Cinlerden bir topluluğun Kuran'ı dinlediği bana vahyolundu; onlar şöyle demişlerdir;" "Doğrusu biz, doğru yola götüren, hayrete düşüren bir Kuran dinledik de ona inandık; biz, Rabbimize hiçbir şeyi ortak koşmayacağız."
1, 2. (Resûlüm!) De ki: Cinlerden bir topluluğun (benim okuduğum Kur'an'ı) dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur: Gerçekten biz, doğru yola ileten hârikulâde güzel bir Kur'an dinledik de ona iman ettik. (Artık) kimseyi Rabbimize asla ortak koşmayacağız.
Hz. Peygamber’in Tâif dönüşünde Batn-ı Nahle denen yerde kıldırdığı sabah namazı esnasında, söz konusu cinler Kur’an’ı duymuşlar, dinlemişlerdi. Tefsirler bu sırada Hz. Peygamber’in onları görmediğini, durumun daha sonra bu âyetlerle kendisine bildirilmiş olduğunu belirtmektedir.
De ki, "Bana vahyedildiğine göre, cinlerden bir grup dinlediler ve şöyle dediler:" "Biz ilginç bir Kuran işittik."
Deki: Hakikat bir takım cinnin Kur'ân dinleyip de şöyle dedikleri bana vahyedildi. Şüphesiz biz, hayret verici bir Kur'ân dinledik.
Deki vahy olundu bana hakıkat bir takım cinnin dinleyip de şöyle dedikleri: inan olsun biz acâib bir Kur'an dinledik
(Habîbim) de ki: «Bana şu hakıykat (ler) vahy olunmuşdur: Cin den bir zümre (benim Kur'an okuyuşumu) dinlemiş de (şöyle) söylemişler: — Biz, hakıykî hayranlık veren bir Kur'an dinledik.
(Ey Resûlüm!) De ki: “Bana vahyolundu, şu şübhesiz ki, cin'lerden bir topluluk (ben Kur'ân okurken) dinlemiş de: 'Doğrusu biz, hârikulâde güzel bir Kur'ân dinledik!' demişler.”(1)
(1)İbn-i Abbâs (ra)’dan rivâyet edildiğine göre, vaktiyle cinler göğe çıkarlar, oturulacak yerlerde oturur, melekleri dinlerler, bir duyduklarına dokuz katarak işittiklerini kâhinlere anlatırlardı. Peygamber Efendimiz (asm)gönderildikten sonra, kendilerine atılan göktaşları ve yıldız kaymaları ile semâya çıkmaktan men‘ edildiler, haberler kesildi. Hâdiseyi İblis’e anlattılar. İblisin, kendilerine yeryüzünü dolaşmalarını, bunun mutlakā mühim bir sebebi olacağını, onu anlamaya çalışmalarını söylemesi üzerine her tarafa dağıldılar. İçlerinden bir tâife Tihâme’ye geldi ve Resûl-i Ekrem (asm)’ı Batn-ı Nahl denilen bir mevki‘de sabah namazını ashâbıyla berâber edâ esnâsında Kur’ân okurken buldular. Hayranlıkla dinlediler ve itâat ettiler. (İbn-i Kesîr, c. 3, 324)
Deki “Yabancı (üç ila on kişi) bir topluluğun (Kur’an’ı) dinlediği bana vahiyle bildirildi.” Dinledikten sonra “Bizi şaşkınlık içinde bırakan bir okumayı dinledik.”
1, 2. De ki bana vahiyle bildirildi ki birkaç peri Kur/an okuduğuma kulak verip avdetlerinde şöyle dediler: Hakka götürür çok hoş [²], bir Kur/an işittik, O/na iman ettik, bundan böyle Rabbimize hiçbir ferdi şerik koşmayacağız.»;
[1] Mekke'de nâzil olmuş (28) âyettir.[2] Harikulâde, insan sözüne benzemez, örneksiz, emsalsiz.
De ki: “Şüphesiz bana, cinlerden bir grubun (Kur'an) dinleyip de “Doğrusu biz, hayrete düşüren bir Kur'an dinledik” dedikleri vahyedildi.”
(Mekke’de nazil olmuştur ve 28 ayettir. Cinlerin Kur’an dinleyip hidayete geldikleri anlatıldığından, sure bu ismi almıştır. Hz. Peygamber, amcası Ebu Talip ve eşi Hz. Hatice’yi kaybettikten sonra Tâif’e gitmiş, orada çirkin davranışlarla karşılaşmıştı. Bu sıralarda Kureyş müşrikleri de Müslümanlara karşı düşmanlıklarını iyice arttırmış bulunuyorlardı. İşte Nâif dönüşünde nâzil olarak Resûl-i Ekrem’e teselli veren bu sûre, yalnız insanların değil, cinlerin de Kur’an’a tâbi olduklarını bildiriyor, İslâm’ın ileride zafere erişeceğini müjdeliyordu.)
Ey Muhammed! Tüm insanlara ve cinlere seslenerek de ki: “Bana Allah tarafından vahyedildi ki, cinlerden bir grup bir gece benim okuduğum ayetleri gizlice dinlediler ve kavimlerine dönüp onlara şöyle dediler:“Bakın arkadaşlar! Biz, kendisine kulak veren herkesi doğruya ve güzeleileten hârika bir Kur’an dinledik!”
Mekke döneminin sonlarında gönderilen bu sûre, adını birinci ayetinde geçen “Cinn: cinler” kelimesinden almıştır. 28 ayettir.
De ki:
-“CİNN’lerden bir neferin, gizlice dinlediği bana vahyedildi; şöyle dediler:
-‘Biz, hayret verici bir kur’ân / okuyuş duyduk’ ”.
1,2. (Ey Muhammed!): “Gerçekten bana, cinlerden1 bir grubun2 beni dinleyip de: ‘Doğrusu biz benzeri görülmedik güzellikte ve en doğru yola ileten bir Kur’an dinledik ve biz ona îman ettik. (Artık) Rabbimize hiç kimseyi asla ortak koşmayacağız.’ dedikleri, vahyolundu.” de.
1 Cinn (cânn): Cinnî kelimesinin çoğuludur. Kelimenin kök anlamı: bir şeyi örtmek, gizlemek demektir. Aynı kökten; “cünne”; kalkan, “cenin”; henüz doğmamış çocuk, kabir, “cenan”; kalp, “cennet”; zemini örtmüş bağ-bahçe, “cünun”; delilik, anlamlarına gelir ve hepsinde de bir gizlilik anlamı vardır. Araplar, cinler ile Allah arasında bir soy yakınlığı bulunduğunu söylerler. Onları, Allah’ın ortakları mertebesine çıkarırlar, onları dev, peri, şeytan, şeklinde isimlendirirlerdi ve onlardan yardım dilerlerdi. Cinnin varlığı Kitap ve sünnet ile sabittir ve inkârı, küfrü gerektirir. Cinler, insanlar gibi yeryüzünde bulunurlar. Mü’minleri ve kâfirleri vardır. Cinler insanlar gibi sorumlu olup, onlara da peygamberler gönderilmiştir. (En’âm: 130, Ahkâf: 29-32) Peygamberimiz (s.a.v), cin’lerin davetine icabet buyurmuş, onları görmüş ve irşat etmiştir. (Müslim) Peygamber (s.a.v), ashâbıyla Batn-ı Nahle’de sabah namazını kıldırmış, bir grup cin gelip Kur’an dinlemiş ve Müslüman olmuştur. (Buhârî ve Müslim) İbnu Mes’ud (r.a): Bir gece, Hz. Peygamber (s.a.v) ile beraberdik. Derken aramızdan kayboldu. Vadilerde, dağlarda aradık bulamadık. O geceyi, hep endişe içinde geçirdik. Nihayet sabah olunca bir baktık ki Hîra tarafından geliyor. ‘Ya Rasûlallah, sizi kaybettik, aradık bulamadık. Bu yüzden bütün gecemiz endişe içinde geçti.’ deyince; ‘Bana, cinlerden bir davetçi geldi. Onunla beraber gittim. Onlara Kur’an okudum’ buyurdu. (Kurtubî) Cinler, ğaybı bilemezler, (Sebe: 14) Allah’ın peygamberlerine bildirdiği şeyleri de öğrenemezler (Şuarâ: 212), İnsanlardan önce ve ateşten yaratılmışlardır. (Hicr: 27) Fakat boyutları farklı olduğu için görülemezler, erkek ve dişi olanları vardır, evlenirler, çoğalırlar, yerler, içerler, ihtiyarı, genci vardır. Cinler de insanlar gibi Allah’ın emir ve yasaklarına uymak zorundadır. (Zariyat: 56) Cinlerin yaratılışları, türlü şekillere girmeye, ağır işler görmeye elverişlidir. (Neml: 12, 39) İlk şeytanlaşan varlık olan İblis de cinlerdendir. (Bakara: 24) Felsefecilerin çoğu, özellikle İbnu Sina, Farabî ve Mu’tezile (Müslüman olduklarını söyleyen rasyonalistler) cinlerin varlığını kabul etmezler. Çağdaş Mutezilîler ise ataları kadar cesur davranmayarak cinlere “görünmeyen varlıklar” gibi ne olduğunu kendilerinin de bilmediği bir kısım yakıştırmalarla iman ve inkâr arasında bir bocalama içerisinde kıvranıp durmaktadırlar. Hatta Cin: 1-2. ayetlerin iniş sebebini ve bu konuda sahabeden gelen rivayetleri görmezden gelerek ve adeta rivayetlerle ve Müslümanların aklıyla alay ederek bunların; “o bölge insanının tanımadığı yabancı insanlar veya Peygamberimizi o görmeden dinleyen bazı kimseler” olarak anlamaya çalışmışlardır. Peygamberimiz onlara İslâm’ı öğretmiştir. (Müslim, Ebû Davûd) Cinler, bizden tamamen farklı yaratıklardır. Onları, büyü gibi kötü işlerde kullanmak, haramdır. Onların iç hallerini, ancak Allah bilir. Bize buna sadece îman etmek, düşer. 2 “Nefer” kelimesi, bir kişi anlamına gelirse de Arapçada genellikle birle üç kişi veya birle kırk kişi için kullanılır.
DE Kİ: “Tanınmayan/bilinmeyen varlıklardan bir kısmının [bu ilahî kelâma] kulak verdikleri 1 ve sonra [arkadaşlarına şöyle] söyledikleri bana vahyedildi: ‘Biz olağanüstü güzellikte bir hitabe dinledik,
De ki: -Bana, cinlerden bir topluluğun Kuran’ı dinleyip kendi toplumlarına giderek şöyle dedikleri vahyedildi: 46/29...32
De ki: “Bana vahyedildi ki,[5342] cinlerden[5343] bir kısmı (bu mesaja) kulak vererek, (dostlarına)[5344] şöyle dediler: “Gerçekten de biz olağanüstü güzellikte bir hitap dinledik;
[5342] “Bana vahyedildi” ifadesi, Allah Rasûlü’nün cinleri görmediğinin kesin delilidir. Zira Hz. Nebi’ye bu olay vahiyle haber verilmektedir. İblis’in cinlerden olduğuna, Kehf sûresinin 50. âyeti delildir. Cinlerin insanları gördüğü halde insanların cinleri görmediğini yine Kur’an haber verir (
7:27).
[5343] Cinlerle ilgili bkz:
34:12;
7:179 ve
46:29, ilgili notlar. Kur’an’da cinn gerçek bir çokanlamlı kelimedir. Kur’an’da duyularımıza kapalı olduğu için bize kendilerini dış duyular yoluyla değil de hissiyat yoluyla duyuran varlıklar (
6:100 ve
37:158); esrarlı, gizemli, mevhum şeytanî güçler (
7:38;
6:112;
11:119;
32:13); büyü sembolleri (
2:102;
6:128, 130;
72:5-6); o zamana kadar görülmemiş, ilk defa görülen veya çok uzaktan gelenler (
46:29-32;
72:1-17); ilk muhatapların tasavvurundaki folklorik ve mitolojik güçler (
34:12-14;
21:82) gibi farklı anlamlarda kullanılır. Cinler insanın gözeneklerine nüfuz edici tarifsiz bir ateşten/enerjiden yaratılmıştır (
15:27;
55:15). Şeytanlar cinlerin yoldan çıkmış olanlarıdır (
18:50). Bir hadisten de meleklerin nûr’dan yaratıldığını öğreniyoruz. Nâr da nûr da hem lafzî hem zihnî açıdan birbirinden ayrı şeyler değildir. Ateşten hem ısı çıkar hem ışık. Buna göre ışık meleğe, ısı cine delâlet etmektedir. İnsan ve cin irade sahibi olma itibarıyla benzer, fakat bu dünyadaki hayat düzlemlerinin farklılıkları itibarıyla ayrı varlıklardır. Bunun içindir ki Kur’an’da insan ve cinlere kendi türlerinden rasuller gönderildiği ifade edilir (
6:130). Eğer Ahkâf 29-32’den yola çıkarsak, ilk pasajda anlatılan olayın kahramanlarının Hz. Musa’ya inandığı ortaya çıkar. İnsan ve cinlere kendi türlerinden rasul gönderildiği ifade edildiğine göre, bu durumda burada cinn adıyla anılanlar insanlar olmalıdır. Şu halde bu âyetlerde geçen cinin anlamı “görünmeyen varlık” olmaktan çok “bölge insanının görmediği uzak mekânların insanları” olsa gerektir. Belki, Allah Rasûlü haberdar olmadan ve kendilerini görmeden onu dinledikleri için de cinn adını almış olabilirler. Allah en doğrusunu bilir.
[5344] Veya: “(kendi kendilerine)”.
De ki, bana vahy-olundu ki şüphe yok ki, cinden bir tâife (Kur'-anı) dinlemiş de demişler ki, «Muhakkak biz, bir acâib (bedî') bir Kur'an işittik.»
1, 2, 3, 4, 5, 6, 7. De ki: Bana vahyolunduğuna göre bir cin cemaati Kur'ân'ı dinledikten sonra şöyle dediler: “Biz gerçekten, doğru yolu gösteren harikulade bir Kur'ân dinledik. Bundan böyle Rabbimize asla bir şerik tanımayacağız. Rabbimizin şanı çok yücedir, O ne eş, ne de çocuk edinmiştir. Meğer içimizden birtakım cahiller, Allah hakkında gerçek olmayan sözler söylüyormuş! Biz de saf saf, insanları ve cinleri, Allah hakkında yalan söylemez sanmışız! Meğer bir kısım insanlar cinlerden bazılarına sığınıp, böylece onları daha da azgın hale getirmişler! Onlar da, sizin zannettiğiniz gibi, Allah'ın ölen hiçbir kimseyi diriltmeyeceğini zannetmişler. [37, 1;46, 29-33]
Hz. Peygamber (a.s.)’ın Kur’ân dinleyen cinleri görüp görmediği hakkında farklı rivayetler vardır. Hadisçiler cinlerin Kur’ân dinlemek için farklı zamanlarda altı ayrı defa geldiklerini kabul ederler. Hadiseye şahid olan Abdullah İbn Mes’ud (r.a)’ın Efendimizin onları gördüğü şeklindeki tesbiti, birçok müfessirce tercih edilmektedir.Cinlerin insanların dillerini bildikleri anlaşılıyor. Bütün dilleri bilmeseler bile, yaşadıkları bölgenin dillerini öğrendikleri düşünülebilir. 6. âyetle ilgili olarak İbn Abbas (r.a) “Cahiliyede Araplardan biri ıssız bir vadide konakladığında bir tehlikeden korktuğu zaman, o vâdinin büyüğü diye düşünülen cinne sığınırdı.” Allah’ın dünyaya halife kıldığı insanoğlu, Allah’tan gaflet edip cinlere sığınınca, onlar da gururlanmış, azmış ve onlara daha fazla eziyet etmeye başlamışlardı. 6. âyetten, bu anlaşılıyor.
De ki: Cinlerden bir topluluğun Kur'an dinleyip şöyle dedikleri bana vahyolundu: "Biz harikulade güzel bir Kur'an dinledik.
De ki “Bana şunlar vahyedildi: Cinlerin bir kısmı beni dinlemiş ve şöyle demişler: Biz hayranlık uyandıran bir Kur’an (bir söz kümesi), dinledik.
[*] Görünmeyen tüm varlıkların ortak adıdır.
De ki: Bir grup cinin, dinleyip şöyle dediği bana vahyedildi:-Biz, hayret verici bir okuma duyduk.
De ki: Bana, cinlerden bir topluluğun Kur'ân dinlediği ve sonra da şöyle dediği vahyedildi:(1) “Biz harikulâde bir Kur'ân dinledik.
(1) Âyetin ifadesinden, burada söz edilen olayda Peygamberimizin cinleri görmediği anlaşılmaktadır ki, İbni Abbas’tan gelen rivayet de bu yöndedir (Buhârî, Tefsir
72:1; Müslim, Salât: 149; Tirmizî, Tefsir
72:1). Ancak, Peygamberimizin cinleri gördüğü ve onlara Kur’ân okuduğu vak’alar da vardır. Bunlardan birinde, cinlerin daveti üzerine Peygamberimizin onlara giderek Kur’ân okuduğu bildirilmiştir. (Müslim, Salât: 150; Tirmizî, Tefsir
46:3.) Peygamberimizin cinlere Rahmân Sûresini okuduğuna dair bir Tirmizî hadisi de
55:77’nin açıklamasında geçmişti.
De ki: "Cinlerden bir topluluğun dinleyip şunu söyledikleri bana vahyolundu: "Gerçekten biz, hayranlık verici bir Kur'an dinledik."
1-2. eyit “vaḥy olındı baña kim bayıķ ķulaķ duttı işitmeġe bir bölük perrįlerden pes eyittiler «bayıķ biz işiddük ķur’ān ŧañ ŧoġru yol gösterür ŧoġru yol bulmaķdın yaña. pes įmān getürdük aña. daħı hergiz ortaķ eylemeyevüz çalabumuza kimseyi.
Eyit yā Muḥammed: Baña vaḥy oldı ki ḳulaḳ dutdı Ḳur’āna cinlerden birbölük. Pes eyitdiler ḳavmlerine: Biz bir ‘acāyib Ḳur’ān işitdük.
(Ya Peyğəmbər!) De: “Mənə vəhy olundu ki, bir dəstə cin (Məkkə və Taif arasında sübh namazı vaxtı Qur’anı dinləyib öz həmcinslərinin yanına qayıtdıqları zaman) dedilər: “Biz çox qəribə (təsəvvür edilməz dərəcədə gözəl olan) bir Qur’an eşitdik.
Say (O Muhammad): It is revealed unto me that a company of the Jinn gave ear, and they said: Lo! it is a marvellous Qur’an,
Say: It has been revealed(5727) to me that a company of Jinns(5728) listened (to the Qur´an). They said, ´We have really heard a wonderful Recital!(5729)*
5727 Revelation may be through various channels, and one of the channels may be a vision, by which the Prophet sees and hears events clearly passing before him. This particular vision may be the same as that referred to more briefly in
46:29-32, where see n. 4809. The Jinns had evidently heard of previous revelations, that of Moses (
46:30), and the error of Trinitarian Christianity (
72:3). The people from whom they come have all sorts of good and bad persons, but they are determined to preach the good Message of Unity which they have heard and believed in. 5728 For Jinns, see n. 929 to
6:100. (R). 5729 The Holy Qur'an would be to them a wonderful Recital-both in subject matter and in the circumstance that it had come in Arabia among a pagan and ignorant nation.