Bu ayet Hafs Mushafı sırasına göre baştan 2030, sondan 4207. ayet; 17. sure ve bu surenin 1. ayetidir. Bu ayetin kelime sayisi 21, harf sayısı 96 ve toplam ebced değeri ise 4720 olarak hesaplanmıştır.
سبحان الـذي اسرى بعبده ليلا من المسجد الحرام الى المسجد الاقصا الذي باركنا حوله لنريه من اياتنا انه هو السميع البصير
سبحانالـذياسرىبعبدهليلامنالمسجدالحرامالىالمسجدالاقصاالذيباركناحولهلنريهمناياتناانههوالسميعالبصير
Subhâne-lleżî esrâ bi’abdihi leylen mine-lmescidi-lharâmi ilâ-lmescidi-l-aksâ-lleżî bâraknâ havlehu linuriyehu min âyâtinâ(c) innehu huve-ssemî’u-lbasîr(u)
Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye kulunu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya götüren Allah’ın şanı yücedir. Hiç şüphesiz O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir.[309]
İsrâ ve Mî’rac, Peygamberimizin mucizelerindendir. Hicretten bir buçuk yıl kadar önce vuku bulmuştur. Hz. Peygamber, bir gece Kâbe’nin çevresinde uyku ile uyanıklılık arası bir durumda iken Cebrail gelmiş, onu Burak adlı, -bizce mahiyeti bilinmeyen- bir binite bindirerek, önce Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürmüş, oradan da göklere yükseltmiş “Sidretü’l-Müntehâ” denilen en üst makama ulaştırmıştır. Hz. Peygamber, bu makamı da geçerek Cenab-ı Hakk’ın huzuruna erişmiştir. Mucizeler, tabiat kanunlarının dışında cereyan eden harikulâde olaylardır. Bu sebeple, onları aklî ölçüler içinde değerlendirmek doğru olmaz.
Hz. Peygamber’in Mekke’deki Mescid-i Harâm’dan Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya götürülmesi şeklinde gerçekleşen olağan üstü olay İslâmî kaynaklarda, metindeki ilgili fiilin masdarı olan ve “geceleyin yürüme, gece yolculuğu” anlamına gelen isrâ kelimesiyle anılır. Bu yolculuğun, hadislerde anlatılan “göklere yükseltilme” safhasının da dahil olduğu tamamı ise “yükselme, yukarı tırmanma” anlamındaki urûc kökünden türetilmiş olan ve “yükselme vasıtası, aleti” mânasına gelen mi‘râc kelimesiyle ifade edilir.
Hz. Muhammed’in peygamber olmasıyla birlikte putperestlerin müslümanlar üzerinde kurduğu baskılar, muhtemelen risâletin 6. yılından itibaren Peygamber ailesiyle az sayıdaki müslümanlara karşı ekonomik ve sosyal bir boykota dönüştü. Üç yıl süren ve büyük acılara sebep olan bu boykotun ardından Resûlullah, kısa aralıklarla eşi Hz. Hatice ile amcası ve hâmisi Ebû Tâlib’i kaybetti. Dolayısıyla bu yıla hüzün yılı denildi. Bu acılı olayların ardından Allah Teâlâ, bir bakıma resulünü, sabır ve tahammülü dolayısıyla hem teselli etmek hem de ödüllendirmek istedi ve bunun için genellikle mi‘rac diye anılan büyük mûcizevî olayı gerçekleştirdi.
İsrâ sûresinin 1. âyeti ile Necm sûresinin ilk âyetleri mi‘rac olayına işaret etmektedir. Aynı konuda hadis mecmualarında da kırk beş kadar sahâbî vasıtasıyla bizzat Hz. Peygamber’den bilgiler nakledilmiştir. Ancak özellikle bu hadislerdeki ayrıntılı mâlûmat değişik yorumlara yol açacak nitelikte olduğu için, mi‘racın tarihi ve nasıl cereyan ettiği hakkında farklı bilgiler verilmiştir. Yaygın kabule göre mi‘rac, peygamberliğin 12 veya 13. yılında (Muhammed Hamîdullah’a göre bi‘setin 9. yılında; bk. İslâm Peygamberi, I, 92) vuku bulmuştur. Konuyla ilgili çok sayıda hadis bulunmakta olup özellikle Buhârî’nin el-Câmiu’s-sahîh’inde (“Salât”, 1; “Bed’ü’l-halk”, 6; “Tevhîd”, 37) yer alan hadislere göre bir gece Hz. Peygamber Kâbe’nin avlusunda (diğer bazı rivayetlerde amcasının kızı Ümmühânî’nin evinde) “uyku ile uyanıklık arasında bir durumdayken” Cebrâil yanına geldi, göğsünü açarak kalbini zemzemle yıkadı, sonra Burak denilen bir binek üzerinde onu Kudüs’e götürdü. Resûlullah’ı burada önceki bazı peygamberler karşıladılar ve onu kendilerine imam yaparak arkasında topluca namaz kıldılar (Başka bazı rivayetlere göre Hz. Peygamber önce Mekke’den göklere yükseltildi, dönüşte de Kudüs’teki Mescid-i Aksâ’ya götürüldü. Bu bilgiye göre âyette Resûlullah’ın bu mânevî yolculuğa Mekke’den başlayıp semalara yükseldikten sonra Mescid-i Aksa’ya geldiği, oradan da Mekke’ye döndüğü özetlenmiştir). Daha sonra semaya yükseltilen Resûlullah, semanın birinci katında Hz. Âdem, ikinci katında Hz. Îsâ ve Hz. Yahyâ, üçüncü katında Hz. Yûsuf, dördüncü katında Hz. İdrîs, beşinci katında Hz. Hârûn, altıncı katında Hz. Mûsâ, yedinci katında ise Hz. İbrâhim ile görüştü. Kur’an’da “sidretü’l-müntehâ” (hudut ağacı) denilen ve bir görüşe göre (bk. Şevkânî, V, 124) yaratılmışlarca bilinebilen alanın son sınırını işaretlediği kabul edilen hudut noktasının ötesine, Cebrâil’in geçme imkânı olmadığı için Hz. Peygamber refref denilen bir araçla tek başına yükselmesini sürdürdü. Bu sırada kendisine evrenin sırları, varlığın kaderiyle hükümlerin tesbiti için görevlendirilmiş olan meleklerin çalışmaları gösterildi. Nihayet bir yoruma göre (bk. Şevkânî, V, 123) bir beşerin insan olma özelliğini koruyarak Allah’a yaklaşabileceği son noktaya kadar yaklaştı (Necm sûresinde “yay” örneği ile anlatılan yaklaşma, ağırlıklı yoruma göre Cebrâil ile Hz. Peygamber arasında olmuştur; bk. en-Necm
53:8-9).
Peygamber’in rabbine selâm ve ihtiramını arzettiği, Allah’ın da ona selâmla hitap ettiği ve inananlara esenliklerin dile getirildiği “Tahiyyat” duasındaki diyalogun mi‘rac olayı sırasında gerçekleştiği kabul edilir. Mekândan münezzeh olan Allah Teâlâ ile Kur’an’ın “âlemlere rahmet” olarak gönderildiğini bildirdiği Hz. Muhammed arasında, insan idrakinin kavramaktan âciz olduğu bir şekilde gerçekleşen bu buluşma sırasında Resûlullah’a, içlerinden günahkâr olanlar –eğer affedilmezlerse– bir süre cehennemde cezalandırıldıktan sonra bütün ümmetinin cennete kabul buyurulacağı müjdelendi; ayrıca kendisine bir hediye olarak Bakara sûresinin “Âmene’r-resûlü...” diye başlayan son iki âyeti verildi; İslâm’ın temel ibadetlerinden beş vakit namaz emredildi. Bazı rivayetlere göre mi‘racdan dönüş sırasında kendisine cennet ve cehennem ile buralarda bulunacak insanların durumları gösterildi. Nihayet Hz. Peygamber Mekke’den ayrıldığı noktaya getirildi.Söz konusu hadislerin baş kısmında yer alan ve mi‘racın Hz. Peygamber “uyku ile uyanıklık arasında” bir durumdayken başladığını, uyandığında kendisini Mescid-i Harâm’da bulduğunu belirten ifadeler dolayısıyla (Buhârî’deki rivayetlerin birinin sonunda [“Tevhîd”, 37; Taberî, XV, 5] “Peygamber uyandı ki Mescid-i Harâm’dadır” denilmektedir) bu olayın bedenle gerçekleşen bir yolculuk mu olduğu, yoksa bunun bir tür rüyada vuku bulan ruhanî bir durum mu olduğu hususunda erken dönemden itibaren tartışmalar yapılmıştır (meselâ bk. Taberî, XV, 5; İbn Kesîr, V, 40-41). Biri uykuda diğeri uyanıkken olmak üzere iki mi‘racdan bahsedildiği de olmuştur. Müfessirlerin çoğunluğu mi‘racı Hz. Peygamber’in hem bedeniyle hem de ruhuyla uyanıkken yaşadığı bir olay olarak kabul etmişlerdir. Miracın uykudayken veya uyanık iken ruhen vuku bulduğunu söyleyenler olmuştur. Doğru olsa bile bu iddia miraç mûcizesinin değerini ve önemini azaltmaz. Çünkü genel bir ilke olarak vahiy yollarından birinin de rüya olduğu kabul edilir. Nitekim bu sûrenin 60. âyetinde mi‘rac olayı kastedilerek “sana gösterdiğimiz rüya ...” şeklinde bir ifade yer almaktadır. Buradaki rüya kelimesinin uyanıkken görme anlamına gelebileceği gibi bundan uykuda görülen rüyanın kastedilmiş olabileceği de belirtilmektedir (meselâ bk. Taberî, XV, 110; İbn Âşûr, XV, 146). Ayrıca Hz. İbrâhim de oğlu İsmâil’i kurban etme emrini rüyasında almıştı (Sâffât
37:102).Ancak, mi‘rac Hz. Peygamber’in tamamen mûcizevî bir tecrübesi olduğundan onu illâ da aklın kalıpları içinde açıklamanın gerekli olmadığı muhakkaktır. Taberî’ye göre Allah, kulunun ruhunu değil, mutlak bir ifadeyle kulunu geceleyin götürdüğünü ifade buyurduğuna göre, “Peygamber sadece ruhuyla mi‘raca çıkmıştır” diyerek âyetin anlamını sınırlamaya hakkımız yoktur (XV, 26).
Buhârî’nin naklettiği rivayetlerde Hz. Peygamber’in önce göklere çıkarıldığı, sonra Kudüs’e getirildiği bildirilirken, önce Kudüs’e getirildiğini ifade eden rivayetler de vardır (bk. Taberî, XV, 3-5). Konumuz olan âyette isrâ anlatılırken açıkça “Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya” ifadesinin kullanılmış olması, Resûlullah’ın semaya yükselmesinden önce Mescid-i Aksâ’ya uğradığı görüşünü teyit etmektedir. Öte yandan Muhammed Hamîdullah, âyette geçen “en uzak mescid” anlamına gelen Mescid-i Aksâ’nın Kudüs’teki mescid olamayacağını, bunun “semavî bir mescid” olması gerektiğini savunan görüşü tercih eder. Çünkü Kur’an-ı Kerîm’de Filistin’den “en yakın yer” diye söz edilmektedir (Rûm
30:3). Şu halde “en uzak mescid” (el-Mescidü’l-aksâ) Kudüs’te olmamalıdır. Öte yandan Kudüs’te eski mâbed (Süleyman Mâbedi) İslâmiyet’ten çok önce ortadan kaldırılmış, şimdiki Mescid-i Aksâ ise henüz yapılmamıştı (a.g.e., I, 107-108). Bununla birlikte müfessirlerin tamamına yakını bunun Kudüs’teki Süleyman Mâbedi olduğunda müttefiktirler. Bu görüşe katılan İbn Âşûr, âyette Hz. Muhammed’in ümmeti tarafından eski mâbedin yeniden inşa edileceğine bir işaret bulunduğu kanaatindedir (XV, 8, 18). Nitekim müslümanlar hicrî 66-73 yılları arasında bugünkü Mescid-i Aksâ’yı inşa etmişlerdir.
Âyette Mescid-i Aksâ’nın çevresinin mübarek kılındığı bildirilmektedir. Çünkü burada Hz. Muhammed’den Hz. Îsâ’ya kadar pek çok peygamber gelmiş geçmiş; çoğu burada vefat etmiş ve buraya defnedilmiştir. Nihayet Peygamber efendimizin mûcizevî bir şekilde buraya getirilmesi ve daha sonra bir süre buranın müslümanlar tarafından kıble kabul edilmesi de Mescid-i Aksâ’nın çevresinin mübarek bir mekân oluşunun başka bir ifadesidir. (Kaynaklarda Mescid-i Aksâ Kudüs’ün ismi olarak geçer. Hadisdeki kapılar şehrin kapılarıdır, 7 kapısı vardır. Ayrıca bk. Wensinck, Mescid-i Aksâ, İA, VIII, 118-119).
Bir gece, kendisine delillerimizden gösterelim diye kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa’ya (en uzak mescide) yürüten Allah yücedir. Şüphesiz ki O duyandır, görendir.
Bir gece, kendisine âyetlerimizden/kâinatın işleyiş kanunlarından bir kısmını gösterelim diye kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya yürüten Allah, noksan sıfatlardan uzaktır. O, işitendir; görendir. [281][282]
[281] İsrâ sûresi hakkında genel bilgi için bk. Bayraklı, KUR’ÂN TEFSÎRİ, XI, 161.[282] İsrâ hakkında geniş bilgi için bk. Bayraklı, KUR’ÂN TEFSÎRİ, XI, 163-170.
O sübhandır.¹ Kulunu, Mescid-i Haram'dan² çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya³ bir gece yürüttü. Ona ayetlerimizi göstermek için. Kuşkusuz O, Her Şeyi Duyan'dır, Her Şeyi Gören'dir.
1- Bütün noksanlıklardan uzaktır. 2- Kâbe. 3- Aksa sözcüğü, uzak, dışında, öbür ucunda, kenarında anlamına gelmektedir. Mescid-i Aksa, şehrin dışındaki, öbür ucundaki mescid demektir. (Örneğin:
8:42;
19:22;
28:20;
36:20) Mescid-i Aksa, haram/dokunulmaz kılınan bölgenin mescidi olan Mescid-i Haram'ın, uzağında bulunan bir mescittir. Kudüs'teki Mescid ile bir ilgisi yoktur. Zira bu ayetin inişinden yaklaşık 50 yıl sonra Abdülmelik b. Mervan tarafından ismi Mescid-i Aksa olarak değiştirilen ve bugün Mescid-i Aksa olarak anılan mescidin o zamanki adı “Beytü'l-Makdis”ti. Bu ayetin, tamamen “uydurma” ve gerçek dışı olan “miraç” olayı denilen olayla hiçbir ilgisi yoktur.
Bazı ayetlerimizden (ibret ve hikmet mucizelerimizden) kendisine göstermek için, kulunu (Hz. Muhammed’i AS) bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren (oradan da bütün gök katlarına yükseltip gösteren) O (Allah) Yücedir. Gerçekten O (her şeyi, herkesi, her sesi ve kalpten geçeni) İşitendir, Görendir. (Öyle ise devamlı O’nun huzurunda bulunduğunuzu unutmayınız.)
[Not: İSRA SURESİ ilk ayetlerinde: a-Hem Miraç hadisesinin hikmet ve hedefleri anlatılmaktadır. b-Hem Mescid-i Aksa’nın (Kudüs ve Filistin topraklarının) ve civarının; Doğu Akdeniz Havzası, Türkiye, Mısır, Sudan, Suriye, Irak, İran ve Arabistan yarımadasının, iklim ve bitki ürünleri ve yeraltı zenginlikleri bakımından bereketli kılındığı, ve özellikle Hakk Dinin ve büyük medeniyetlerin beşiği yapıldığı vurgulanmaktadır. c-Hem de Beni İsrail’in küfür ve zulüm ehlinin kirli geçmişleri ve günümüzdeki acı akıbetlerine işaret buyrulmaktadır.]
Noksan sıfatlardan münezzehtir kulunu geceleyin Mescidi Haram'dan çevresini kutladığımız Mescidi Aksa' ya götüren, ayetlerimizden bir kısmını ona da gösterelim diye, şüphe yok ki o, her şeyi duyar, görür.
Hz. Muhammed (s.a.a)'in, bir gece, Mekke'den Kudüs'e gitmesine ve oradan göğe çıkmasına, yani Mirac mucizesine aittir. Mirac'dan, 53. sûrede bahsedilecektir.
Yüceliğinde sınır olmayan O Allah ki, kulu Muhammed'i geceleyin, kendisine bazı ayetlerini göstermek için, Mekkede'ki Mescii Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız, Mescidi Aksâ'ya götürdü. Çünkü, gerçekten herşeyi duyan ve gören O'dur.
Ana unsur Rasûlullah’ın şahsiyeti ve Allah’ın peygamberini desteklemek ve davasının doğrulu-ğunu göstermek üzere getirdiği açık mucizeler ve delillerdir. Sûrede Allah’ın harikulade şeyler yaratma ko-nusundaki gücünü göstermede açık bir delil olan İsra hadisesi anlatılır. Ayrıca İsrailoğullarının fesadından örnekler vererek devam eden sûre gece ve gündüzün ve birbiri ardına değişmeyen bir kanunla seyreden ni-zamından da bahseder. Bazı sosyal davranış usulleri ve güzel ahlaktan da bahsederek, bu kurallarla yaşa-maya davet eder. Sûre müşriklerin sapıklıklarından bahsedip dirilme ve hesap günü de hatırlatılarak Allah’ın ortaktan, çocuktan ve noksan sıfatlardan uzak olduğu birdirilerek son bulur. Sûreye “Sübhân” ve “Benî İsrail” ismi de verilir.
Bir gece, kulu Muhammedin Mescidi Haram'dan, etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya, en yüce makama vuslatını gerçekleştiren, huzurunda secdesini sağlayan Allahı tesbih, tenzih ve takdis ederiz. Kudretimizin açık delillerinden olan o evrensel peygamberi ins ü cinne, bütün kainata tanıtalım; kainat ve ötesinin, geçmişte olanlar ve gelecekte olacakların bir kısmını ona müşahede ettirelim diye bu miracı gerçekleştirdik. Şüphesiz Rasulü Muhammedin, kainat ve ötesindeki duyduklarını ve gördüklerini duyuran ve gösteren Odur.
Kulunu, kendisine birtakım ayetlerimizi göstermek için bir gece Mescidi Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya yürütenin şanı pek yücedir. Şüphesiz o duyandır, görendir.
Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren O (Allah) yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir.
Her türlü noksanlıktan münezzeh olan O Allah'dır ki, kulunu (Hz. Peygamber Aleyhisselâmı) gece Mescid-i Harâm'dan (Mekke'den alıp) o etrafını mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya kadar götürdü; ona, âyetlerimizden (kudretimize delâlet eden acaibliklerden) gösterelim diye yaptık. Hakikat bu: O Semî'dir = her şeyi işitir, Basîr'dir= her şeyi görür.
Bir gece kendisine ayetlerimizden bir kısmını gösterelim diye, (Muhammed) kulunu, Mescid-ül Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-ül Aksa’ya götüren Allah() her nevi eksikliklerden münezzehtir. O gerçekten işitendir, görendir.
(*) Arap dilinde aynı cümle içinde ifade biçimini değiştirmek, edebî bir sanat sayılır, zihni tahrik eder, vurguyu arttırır. Burada da Allah, kendisinden bahsederken, üçüncü şahıs zamirinden mütekellim (1. şahıs) zamirine geçiyor. Aynı sanat, Kur’anın birçok yerinde özellikle Fatiha’nın başında mevcuttur.
Miraç; kâinatın iç yüzünü görmek, Allah’ın münezzehiyetini müşahede etmek seyahatidir.
Kendisine belgelerimizden bir nicesin göstermekçin, kulunu geceleyin Mesçidi Haram'dan, yöresini uğurlu kıldığımız Mesçidi Aksâ'ya getirmiş olan Allah kutsaldır, O İşitir, O görür
Yüceliğinde sınır olmayan O (Allah) ki kulu (Muhammed')i bir gece, kendisine bazı ayetleri göstermek için Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya götürdü. Muhakkak ki O, (evet) O, (her şeyi) hakkıyla işiten, (her şeyi) hakkıyla görendir.
“İsra” sözcüğü “geçmek, gitmek, geceleyin yürümek” anlamındaki "s-r-y" kökünden gelir ve “gece yürütmek” demektir.“Ayetler” terimi, Kur’an’da tekil ve çoğul olarak çok sık kullanılan bir terimdir. Kur’an’daki sureleri oluşturan kelime ya da cümlelere ayet ismi verilse de burada kendisiyle bir başka şeyin varlığına ya da niteliklerine hükmedilen delil, açık alamet, simge, veri veya işaret anlamında kullanılmıştır. “Aksa” sözcüğü, Kur’an’daki diğer örneklerde (Enfal
8:42, Meryem
19:22, Kasas
28:20, Yâsîn
36:20) olduğu gibi kenarında, uzak, dışında, öbür ucunda anlamlarına gelmektedir. Buna göre Mescid-i Aksa, Mekke Şehrinin dışında, uzağında, kenarında bir Mescid demektir. Buradaki “Mescid-i Aksa” ifadesi Kudüs’teki mescidi işaret etmiş olamaz. Çünkü, bu ayet nazil olduğu zaman Kudüs’teki mescidin adı “Beytü’l-Makdis” ti. Yaklaşık 50 yıl sonra Abdülmelik b. Mervan Kudüs’ü fethedince mescidin ismini “Mescid-i Aksa” olarak değiştirmiştir. Ayette bahsedilen göstergeler, mahiyetini ve detayını bizim bilmediğimiz özel delillerdir. İsra, Hz. Peygambere sanıldığı ve iddia edildiği gibi bedeniyle değil İsra
17:60. ayette de açıklandığı gibi rüyasında, ruhuyla yaptırılan bir yolculuktur.
Kulunu (Muhammed'i) bir gece Mescidi Haram'dan (Mekke'den), kendisine bir kısım ayetlerimizi göstermek için, çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya (Kudüs'e) götüren Allah'ın şanı yücedir. Doğrusu O, işitir ve görür.
Bir gece, kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah noksan sıfatlardan münezzehtir; O, gerçekten işitendir, görendir.
Bazı ayetlerimizi kendisine göstermek için kulunu geceleyin (Mekke'deki) Kutsal Mescitten, çevresini kutlu kıldığı en uzak mescide (secde yerine) alıp götüren çok Yücedir. O kuşkusuz İşitendir, Görendir
Bu ayette geçen "el-mescid-il aqsa" ifadesi, "secdenin yapıldığı en uzak yer" anlamına gelir. Bu ayet, Muhammed'in bilincinin, Kuran verilmek üzere Kadir gecesinde Yedinci Göğe alınması olayına işaret ediyor olabilir mi? Bak
2:185;
44:3;
53:1-18; ve
97:1. Bu ayetin anlamı hikaye ve düzme hadislerle saptırılmak istenmiştir. Kudüsteki mescidin adı Kudüs'ün müslümanlarca alınmasından sonra Mescidi Aksa olarak değiştirilmiştir. Nitekim Kuran'ı Kerim o bölgeyi tam tersine "en yakın" olarak tanımlar (
30:1).
Kulu Muhammed'i geceleyin, Mescidi Haram'dan kendisine bazı âyetlerimizi göstermek için, etrafını mübarek kıldığımız Mescidi Aksâ'ya götüren Allah, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz ki her şeyi hakkıyla işiten, hakkıyla gören O'dur.
Tenzih o Sübhana ki kulunu bir gece Mescidiharamdan o havalisini mübarek kıldığımız Mescidi Aksâya isrâ buyurdu ona âyetlerimizden gösterelim diye, hakıkat bu: odur o işiden gören
Kulunu (Muhammed sallellâhü aleyhi ve sellemî) bir gece Mescid-i haramdan (alıb) Mescid-i Aksaaya kadar götüren (Zât-i ecelle ve a'lâ her dürlü nakıysalardan) münezzehdir. (O Mescid-i Aksaa ki) biz onun etrafına (feyz ve) bereket verdik (ve bu gece yolculuğunu) ona (o peygambere) âyetlerimizden ba'zısını gösterelim diye (yapdırdık). Şübhesiz ki O, (asıl) O (her şey'i) hakkıyle işiden, (her şey'i) kemâliyle görendir.
Kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye, kulunu (Muhammed'i) bir gece Mescid-i Harâm'dan, etrâfını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya (İsrâ -gece yürüyüşü- ile) götüren (Allah, her türlü noksanlıktan) münezzehtir.(1) Şübhesiz ki Semî'(herşeyi işiten), Basîr (hakkıyla gören), ancak O'dur.
(1)“Mâdem şu insanlar içinde, şu kâinât Sâni‘inin (kâinâtı san‘atla yaratan Allah’ın) makāsıdını(maksadlarını) en mükemmel bir sûrette bildiren ve şu kâinât tılsımını keşfeden (sırlarını ortaya çıkaran)ve hilkatin muammâsını (yaratılışın gizliliklerini) açan ve rubûbiyetin (Allah’ın terbiye ve idâre ediciliğinin)mehâsin-i saltanatına (saltanatının güzelliklerine) en mükemmel tarzda dellâllık eden Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’dır. Elbette bütün efrâd-ı insâniye (insanların ferdleri) içinde öyle bir ma‘nevî seyr ü sülûkü (ma‘nevî mertebelerde seyâhati) olacaktır ki, cismânî (maddî) âlemde seyr ü seyâhat sûretinde bir Mi‘râcı (yükselmesi) olacaktır. ‘Yetmiş bin perde’ ta‘bîr olunan berzah-ı esmâ (isimlerin perdelerinin) ve tecellî-i sıfât ve ef‘âl (sıfatların ve fiillerin umûm kâinâttaki parıldamalarının) ve tabakāt-ı mevcûdâtın (varlık tabakalarının) arkasına kadar kat‘-ı merâtib edecektir (mertebeler geçecektir). İşte Mi‘râc budur.” (Sözler, 31. Söz, 245)Mi‘râc mu‘cizesi hakkında daha geniş îzâh için, bakınız; (Sözler, 31. Söz, 237-260)
Kulunu bir gece Mescid-i Haramdan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa’ya (Medine’ye), ayetlerimizi ona göstermemiz için, gece yürüyüşü yaptıran (Allah), bütün eksikliklerden noksanlıklardan uzaktır. O her şeyi işiten ve her şeyi görendir.
Kendisine kudretimize ait bazı âyetlerimizi göstermek için kulunu bir gece vakti Mesçid-i Haram/dan etrafına bereket verdiğimiz Mesçid-i Aksa/ya [²] götüren Zat her ayıptan tamamıyle münezzehtir. Semi/ O/dur, basir O/dur.
[1] Mekke'de nazil olmuş, 111 âyettir.[2] Yani Mekke'den Kudüs'e.
Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren Allah münezzehtir. Gerçekten O, işitendir görendir.
(Mekke’de nazil olmuştur ve 111 ayettir. “İsra” kelimesi, geceleyin yürümek manasına gelir. Hz. Peygamber’in mi’rac mucizesinin Mekke’den Kudüs’e kadar olan kısmı bu surede anlatıldığından, sure “İsra” adını almıştır.)
O yüceler yücesi Allah ki, mûcizelerinden bir kısmını kendisine göstermek üzere, bir gece kulunu Mekke’deki Mescid-i Haram’dan alıp, bereketlerle kuşattığı Peygamberler diyarı Kudüs’teki Mescid-i Aksa’ya götürdü. Böylece, bugüne kadar elden ele taşınan tevhid sancağını devralan Son Elçi, yeryüzünde kendisini bekleyen çetin mücâdeleye hazırlanmak üzere, Rabb’inin huzurunda muhteşem mûcizelere şahit oldu ve tüm insanlığı aydınlatacak mesajlarla yeniden aranıza döndü. Hiç kuşkusuz O, her şeyi işiten, her şeyi gören mutlak kudret sahibidir.
Mekke’de, hicretten bir yıl önce indirilmiştir. Sûrenin ilk ayetinde, Hz. Peygamber’in miracının ilk kısmı, yani Mekke’den Kudüs’e yaptığı mûcize yolculuk anlatıldığından, “gece yürüyüşü” anlamına gelen “İsrâ” adını almıştır. Diğer bir adı da “Beni İsrail” olan sûre, 111 ayettir.
Ayetlerimizden ona göstermemiz için Mescid ül-Harâm’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid ül-Aksâ’ya geceleyin kulunu YÜRÜTEN ne yücedir!
Gerçekten O, Gören İşiten’dir.
Bir kısım mûcizelerimizi göstermek için1 kulu (Muhammed’i) bir gece Mescid-i Haram’dan,2 çevresini (hayırlı ve) şerefli kıldığımız Mescid-i Aksa’ya3 götüren4 O (Allah’ın) şânı çok yücedir.5 Gerçekten O (Allah) her şeyi işitendir, görendir.
1 Bu ifâdeden Allah’ın Muhammed (s.a.v)’e hadislerde belirtilen bir kısım mûcizeleri göstermesi anlaşılır. Ayrıca Necm: 18’de: “Yemin olsun o (Muhammed) Rabbinin en büyük mûcizelerinden bir kısmını gördü.” buyurulmaktadır.2 Mescid-i Haram; Mekke’de Kâbe’nin bulunduğu alandaki mescidin adıdır. Yeryüzünde inşa edilen ilk mescid ve Müslümanların kıblesidir. Buraya Mescid-i Haram denildiği gibi, “Harem-i Şerif” de denilir. Açık bir alan üzerinde bulunan “Kâbe, Makam-ı İbrahim ve zemzem kuyusu” bu mescidin birer parçasıdır. Mescid-i Haram’ın Hz. Ömer zamanına kadar ihata duvarı yoktu. Ondan sonra duvar örüldü ve tarih boyunca bir takım, yenileme ve genişletme çalışmaları yapıldı. Kâbe’nin kuzey-batı duvarının karşısında mermerden yapılmış yarım daire şeklinde bir duvar vardır. Bu duvarla çevrili alana “el-Hatim” veya “el-Hicr” denilir. Bu bölüm Kâbe’nin içinden sayılır. Zira Kâbe ilk yapıldığında dikdörtgen şeklinde idi. Tavafın yerine getirildiği bölüme ise “metaf” denilmektedir. “Metaf”: Tavaf edilen yer, tavaf edilirken dönülen alan demektir. Kâbe’nin doğu tarafında “Safa ve Merve” tepeleri bulunur. Kur’an’da Kâbe’den Mescid-i Haram şekilde on beş defa daha bahsedilir. İslâm’ın ilk yıllarında ibadetlerde kıble, Kudüs’teki “Mescid-i Aksâ” iken, Hicretten sonra on altıncı ayda, kıble Mekke’deki Mescid-i Haram’a çevrilmiştir. Saldırı olmadıkça Mescid-i Haram çevresinde savaş yapılması haramdır. Mescid-i Haram, yeryüzündeki mescitlerin en faziletlisidir. Burada kılınan bir namaz başka mescidlerde kılınan yüz bin namazdan daha efdaldir. Efendimiz (s.a.v): “Mescidimde kılınan bir namaz, Mescid-i Haram hariç, başka mescidlerde kılınan bin namazdan efdaldir. Mescid-i Haramda kılınan bir namaz da diğer mescidlerde kılınan yüz bin namazdan efdaldir” buyurmuştur. (İbnu Mâce) Fazilet bakımından Mescid-i Haram’dan sonra Mescid-i Nebi, ondan sonra da Mescid-i Aksa gelir. Bir başka hadis-i şerifte de: “Yalnız şu üç mescide gitmek üzere yolculuk yapılabilir. Mescid-i Haram, Mescid-i Nebi ve Mescid-i Aksâ” buyurulur. (Buhâri)3 Mescid-i Aksa; Kudüs’teki eski Süleyman mabedinin bulunduğu yerde inşa edilmiş olan “Beyt’ül-Makdis” tir, Süleyman (a.s) tarafından yaptırılmıştır. Bu hadislerle sâbittir ve başka bir Mescid-i Aksa da yoktur. Yeryüzünde Mescid-i Haram’dan sonra yapılan en eski mescidlerden birisi "Mescid-i Aksa’dır. Yapımına Davud (a.s) başlamış ve Hz. Süleyman tarafından tamamlanmıştır. Mescid-i Aksâ, hicretin l6. ayına kadar Müslümanların kıblesi idi. Hz. Ömer (r.a.) devrinde Kudüs fethedilince, oraya giden halife bir gece vakti Beyt’ül-Makdis’e girdi ve bütün gece orada namaz kıldı. Sabah olunca ezan okutarak cemaat ile namaz kıldı. Hz. Ömer (r.a.) Beyt’ül-Makdis’in mukaddes hatırasına da bir mescit yaptırdı ve kıblesini Kâbe tarafı olarak tesbit etti. Burası daha sonra “Kubbet’üs-Sahrâ”nın yeri oldu. İsrâ ve Mirac’ın ilk durağı Mescid-i Aksâ’dır.4 Mîrâc: İslam'da Hz. Peygamber (s.a.v)' in göğe yükselerek Allah'ın huzuruna kabul edilmesi mucizesidir. Mirac hicretten bir yıl ya da onyedi ay önce Receb ayının yirmi yedinci gecesi gerçekleşmiştir. İki aşaması vardır. Birinci aşamada Hz. Peygamber (s.a.v) Mescid’ül-Haram'dan Beyt’ül-Makdis'e (Kudüs) götürülür. Kur'an'ın andığı bu aşama, gece yürüyüşü anlamında “İsra” diye adlandırılır. İkinci aşamayı ise Hz. Peygamber (s.a.v)'in Beyt’ül-Makdis'ten Allah'a yükselişi oluşturur. Mirac olarak anılan bu yükselme olayı Kur'an'da zikredilmez. Ancak; Necm suresinin 8-15. ayetleri Mirac mucizesinin de gerçek olduğunun ispatı konumundadır. Peygamberimiz (s.a.v)’in bir hadisinde mirac ayrıntılı biçimde anlatılır. Hadislere göre; Hz. Peygamber (s.a.v), Kâbe'de Hatim'de ya da amcasının kızı Ümmü Hani binti Ebi Talib'in evinde uyurken Cebrail gelip göğsünü yarıp, kalbini Zemzem ile yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurdu. Burak adlı bineğe bindirilerek Beytü'l-Makdis'e getirildi. Burada Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve diğer bazı peygamberler tarafından karşılandı. Peygamber (s.a.v) imam olarak diğer peygamberlere namaz kıldırdı. Hz. Peygamber (s.a.v), Beyt’ül-Makdis'te kurulan bir Mirac'la ve yanında Cebrail olduğu halde göğe yükselmeye başladı. Refref ile Sidret’ül-Münteha'ya, oradan Kudüs’e, oradan da Burak'la Mekke'ye döndürüldü. Ahad hadislere dayansa da Mirac mucizesinin gerçekliğinde tüm Müslümanlar birleşmişlerdir. Ancak olayın gerçekleşme biçimi hakkında İslam âlimleri arasında görüş ayrılıkları vardır. Mirac’ın Mescid-i Haram’dan, Mescid-i Aksa’ya kadar olan bölümünü inkâr, bu âyete göre küfrü gerektirir.5 Tesbih: Allah’ı tenzih etmek, yani zatına olan inancını, dil ile ikrar ve amel yönüyle lâyık olmayan her türlü şaibeden uzak tutmak demektir. Kelimenin aslı; suda iyi yüzerek uzaklara gitmek demektir. Buradaki (سُبْحَانَ) kelimesi ise fiili mahzuf mutlak mef’uldür. Yani (أُسَبِّحُ اللَّهَ سُبْحَانًا) demektir ki; “Allah’ı bütün noksan sıfatlardan tenzih ederim” anlamına gelir.
YÜCELİĞİNDE sınır olmayan O [Allah] ki kulunu geceleyin, kendisine bazı alametlerimizi 1 göstermek için [Mekke'deki] Mescid-i Harâm'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya götürdü. 2 Çünkü, gerçekten her şeyi işiten, her şeyi gören O'dur.
Ayetlerimizden bir kısmını ona göstermek/iletmek için bir gece Mescidi Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız en uzak mescide/(Ciraneye) kulunu yürüten Allah, bütün noksanlıklardan uzaktır. Şüphesiz O’dur, her şeyi işiten ve her şeyi gören. 17/111, 57/4, 58/7
YARATTIKLARINA benzemekten münezzeh, mutlak aşkın ve yüce O (Allah) ki,[2215] kulunu[2216] gecenin bir vaktinde[2217] Mescid-i Haram’dan çevresini bereketli kıldığımız[2218] Mescid-i Aksâ’ya,[2219] âyetlerimizden bir kısmını gösterelim[2220] diye yürüttü:[2221] zira O, evet sadece O’dur her şeyi işitip gören.[2222]
[2215] İsimleşmiş bir mastar olan subhân, “aşkın olanı aşkın bilmek, yüceliği takdir etmek” anlamında, vahyin muhatabının Allah tasavvurunu inşâya yönelik bir anahtar kavramdır. İsrâ ile ilgili bir âyetin başında gelmiş olması hayli anlamlıdır. Çünkü İsra, 60. âyetin de açıkça söylediği gibi, Allah Rasûlü’ne rüya âleminde yaptırılan bir yolculuktur. Allah Rasûlü’nün rüyada yaşadığı bu özel tecrübenin niteliğini ancak onu tecrübe eden bilir. Rüya âleminde yapılan bu yolculuk üzerinde yapılacak spekülasyonlara dört âdet sınır çizilir âyette: 1) Tenzih ifade eden subhân lafzı; 2) Bu müşahedenin muhatabının “kul” (‘abd) olduğunun hatırlatılması. 3) “İlâhi kudret delillerinden bir kısmının” gösterildiğini ifade eden min âyâtinâ ibaresi; 4) her şeyi gören ve bilenin sadece Allah olduğunu ifade eden es-Semî’ ve el-Basîr isimleri. Subhân ile, Allah’ın tüm beşeri niteliklerden beri olan yüce zâtına yönelik her tür kişileştirme teşebbüsü, daha baştan reddedilir. Nebi, subhanallahı şöyle tefsir eder: “Allah’ı her noksandan uzak ve beri bilmek” (Taberî).
[2216] Yukarıdaki notta açıkladığımız subhân, nasıl ki İsrâ olayını tasavvur ederken Allah’ın mutlak ve sınırsız zâtını içkinleştirmemeyi hatırlatıyorsa, buradaki “kul” da Allah Rasûlü’nün beşerî ve sınırlı kimliğini aşkınlaştırmamayı hatırlatır. Âyetin sonunda yer alan “zira O, evet sadece O’dur herşeyi işitip gören” cümlesi, neden Allah’ın sembollerinden sadece bir kısmının (min âyâtinâ) gösterildiğini de açıklamaktadır. Çünkü Allah Rasûlü de dahil hiçbir insana aşkın hakikatlerin tümü sunulmamıştır. Muhataba söylenen şudur: ‘İsrâ’yı anlamaya çalışırken sınırları gözet! Ne Allah’ın aşkın yüceliğine halel getirecek, ne Allah Rasûlü’nün beşerî kimliğinden soyutlayacak, ne de aşkın hakikatlerin tümüne Nebî’nin vâkıf kılındığı anlamına gelecek bir yoruma meydan verme!’
60. âyette, İsra’ya atıf olduğu açık olan ru’yanın, tıpkı Kur’an’da geçen “lânetli ağaç” örneğinde olduğu gibi, “insanlar için bir sınav” kılındığı ifade edilir. İsrâ’nın “sınav” olma niteliğiyle bu âyetteki uyarıları birleştirdiğimizde, İsrâ olayı konusunda bilincimize çizilen sınırlar da ortaya çıkmaktadır. Hiç şüphesiz İsrâ, ilerleme mitine karşı yücelme hakikatini temsil eder. Birincisi Allah’tan kopuk, ikincisi Allah’lı, Allah’la ve Allah’adır. Birincisi dünyevileşmedir ve fiyatlar üzerine inşâ edilir. İkincisi ulvileşmedir ve değerler üzerinde yükselir.
[2217] Veya: “kısa bir vaktinde..” Leylenin belirsiz olarak gelmesi, anlama “bir vakti” ya da “kısa bir vakti” olarak yansır (Krş: Zemahşerî ve İtkân II, 292). Leylen bir vakit tayinidir. Oysa ki düş zamandan bağımsızdır. Kur’an’da sözü edilen diğer rüyalarda zamandan bahsedilmez.
[2218] Bu bereketin niteliği için bkz:
7:137, not 97.
[2219] el-Mescidu’l-Aksa: “en uzak mabed” veya mescid’in lügat anlamıyla “secde edilecek en uzak yer”. Tefsirlere göre bu, Kudüs’te bulunan ve çevresinin bereketli kılındığı ifade edilen (Krş:
7:137;
21:71, 81) Süleyman Mabedi ve onun çevresinde yer alan verimli topraklardır. Buradaki problem, âyetin indiği tarihte Kudüs’te Süleyman Mabedi’nin olmayışıdır. Zira, MS. 70’teki Titus katliamında mabed yerle bir edilmiş, geriye bugün “ağlama duvarı” olarak kullanılan yarım bir duvar kalmış, mabedin yeri Hıristiyanlar tarafından çöplük hâline getirilmiştir. Vahyin indiği dönemde de bu hâlde bulunuyordu. Bu durumda iki ihtimal vardır:
1) Ya Allah Rasûlü’nün Süleyman Mabedi’ni gidip gördüğü rivayetleri asılsızdır. Zira ortada, gidilip görülecek bir mabet bulunmamaktadır. Nitekim, Miraç rivayetleri üzerine yapılan son çalışmalar, bu rivayetlerin hayli sıkıntılı olduğunu delilleriyle ortaya koymuştur (Bkz: İsrafil Balcı; İsrâ ve Mir’âç Gerçeği, Ankara Okulu Yay.) Bunda şaşılacak bir şey de yoktur. Zira Kur’an miraçtan hiç söz etmez. Bu surenin ilk âyetinde geçen İsrâ olayının ise, yine bu surenin 60. âyetinde Sevgili Rasûlümüze gösterilen bir rüya olduğu açıkça vurgulanır. Anlaşılan o ki, kıymete kanaat etmeyen birileri, rasul yarıştırmanın dayanılmaz cazibesine kapılmışlar, bu surenin 1. âyetinin tefsiri olan 60. âyeti, ısrarla görmezden gelmişlerdir.
Bu durumda, eğer el-Mescidu’l-Aksa’nın Kudüs’teki Süleyman Mabedi olduğu kabul edilecekse, bir kez daha, Nebi’nin oraya gittiğine dair tüm anlatımlar devre dışı bırakılmak zorundadır. Bu durumda, 60. âyette söylendiği gibi, Allah Rasûlü’ne rüyasında Süleyman Mabedi’nin yıkılmadan önceki hali gösterilmiş
kabul edilmelidir. Bu şık, İsrâ 1’in arkasından İsrailoğullarından hayli ayrıntılı bir biçimde söz edilmesini de açıklayıcı mahiyettedir. Eğer bu yorum doğruysa, bununla verilen mesaj şu olsa gerektir: Dâvud ve Süleyman nebîlerin nübüvvet mirasının vârisi sensin ey Muhammed! Allahu a’lem.
2) Ya da buradaki el-Mescidu’l-Aksâ ile kastedilen yer başka bir yerdir. Burası neresi olabilir? Bazılarının iddia ettiği gibi, el-Mescidu’l-Aksâ’nın Mescid-i Nebevi olması imkânsızdır. Zira bu surenin Mekke’de indiği kesindir. O dönemde Yesrib’teki bir Mescid-i Nebevi’den söz etmek abesle iştigaldir. Geriye iki ihtimal kalıyor: İlki Allah Rasûlü’nün bazen mü’minlerle birlikte namaz kılmak için toplandıkları Mekke’nin dışındaki bir ibadet mahalli. Ezraki ve Vâkıdî’nin rivayet ettiğine göre bu mescit (secde mekânı), mü’minlerin gizlice toplanıp ibadet ettikleri Mekke’ye on mil mesafedeki Cirane’de, bugünkü mikat mescidinin olduğu mevkidedir. Bu durumda, “Nebi’nin rüyada Cirane’deki mescide götürülmesinin sebeb-i hikmeti nedir?” sorusu, mukni bir cevap beklemektedir. İkinci ve uzak ihtimal, Tur 4’te geçen el-Beytu’l-Ma’mur’dur ve o göklerin ötesindeki “en uzak mescid” olarak yorumlanabilir. Bu yorum Hz. Ali’ye atfedilir. M. Hamidullah, adı geçen mescidin Kudüs’te olmadığına Filistin’in Kur’an tarafından “uzak” değil “yakın” (
30:3) olarak nitelenmesini delil gösterir ve âyette kastedilen mescidin “göklerde” olduğunu söyler.
[2220] Necm 18’de Rabbinin en büyük âyetini gördüğü ifade edilir. Orada görülen, vahiy meleğinin asli sûretidir. Olayın anlatıldığı pasaj bu âyetle son bulur. Necm sûresinde nuranî-melekî âlemin beşerî âlemin ufkuna inişi (nüzûl), burada ise beşeri âlemin ufkunun nûrânî-melekî âleme yücelişi (isrâ) dile getirilmektedir.
[2221] Esrâ, “insanlık, şeref, onur” anlamına gelen es-serv kökünden türetilmiştir (Etimolojik bir tahlil için bkz:
89:4, not 5). es-Seriyy, “büyümek ve yücelmek” anlamına gelir (Lisân). Esrânın “yüceltme” anlamı, “yürüyüş”ün maddî değil mânevî, yolculuğun yatay değil dikey, amacın da yolcuya kilometre kat ettirmek değil “yüceltmek” olduğu sonucunu verir. Kur’an bu müşahedenin adını açık ve net olarak İsrâ koymaktadır. Bağlamla alâkası olmayan me’âric (
43:33;
70:3) kelimesi hariç, bu sûrede ve Kur’an’ın hiçbir yerinde Miraç geçmez. Biz de burada olayı Kur’ani ismiyle (İsrâ) andık.
[2222] Miraç rivayetlerinde beş vakit namazın bu sırada verildiği nakledilmişse de, bu sûreden yıllarca önce indiği kesin olan Tâhâ 130’da (Krş:
11:114, not 131) “güneşin doğum ve (tam) batımından önce, gecenin bir kısım saatinde ve gündüzün kenarlarında olmak üzere” beş vakit namaz farz kılınmıştı. Ayrıca Miraç’ta verildiği söylenen üç şey arasında Bakara’nın son iki âyeti de sayılmaktadır. Oysa Bakara sûresi tümüyle Medine’de inmiştir. Aksi iddialar, bu rivayetlere dayanır. Fakat sözkonusu âyetlerin 284. âyetten ayrılamayacağını, yine bu âyetin nüzûl sebebi rivayeti söyler.
Münezehtir o (Hâlik-i Kudret) ki, kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan çevresini mübarek kıldığımız Mescidi Aksa'ya yürüttü. Tâ ki, O'na âyetlerimizden gösterelim. Şüphe yok ki, ancak O (Hâlik-i Kadîm)dir ve herşeyi işiten, gören.
Bir gece, kendisine bazı delillerimizi gösterelim diye kulu Muhammedi, Mescid-i Haramdan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksaya götüren O zatın şanı ne yücedir! Bütün eksikliklerden uzaktır O! Gerçekten, her şeyi işiten, her şeyi gören O'dur. [53, 18; 17, 60]
Mescid-i Aksa, Kudüs’teki Beytü’l-Makdisdir. Nitekim İsra (mirac) hadisinde Hz. Peygamber (a.s.) “Buraka bindim, Beytü’l-Makdis’e vardım.” buyurmuştur. Efendimiz oradan göğe yükseltildi, nebîler ve meleklerle (aleyhimü’s-selam) görüştü. Cennet ve cehennemi, daha başka işaretleri gördü. Nihayet beş vakit namaz emri ile aynı gece döndü (Daha önce sabah ve yatsı kılınıyordu).
Eksiklikten uzaktır O (Allah) ki gecenin bir vaktinde kulunu, ayetlerimizden bir bölümünü, kendisine göstermemiz için, Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa'ya yürüttü. Gerçekten O, işitendir, görendir.
Kulunu bir gecede Mescid-i Haram[1]’dan alıp, çevresini bereketli kıldığı[2] en uzak mescide (el-Mescid’ul-aksâ’ya) götüren Allah, eksikliklerden uzaktır. Bu, ona bir kısım âyetlerimizi[3] göstermek içindir. O (Allah) dinler ve görür.
[*] Kabe ve civarı [*] İltifat [3] İsra gece yürüyüşü, miraç yükselme ve asansör demektir. Ayette bahsedilen göstergeler, en uzak mescidin, yani 7.kat semada bulunana Allah'ın arşının (yönetim merkezinin) bulunduğu yerdekilerdir. Kuran bilgisi çerçevesinde orada cennetler, cehennemler ve Allah'ın arşı olduğu bilgimiz dahilindedir. Bu bilgileri tüm gerçekliğiyle ahirette biz de görebileceğiz ancak nebilerin kendi görevlerine alışmalarının sağlanması, kendine ve vahiy meleğinin getirdiği ayetlere güveninin artması maksadıyla özel olarak eğitime alındıkları, bizim için gizli (gayb) olan bazı bilgilere kavuştukları açıkça anlaşılmaktadır.
Bir gece kulunu, Mescid-i Haram'dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa'ya ayetlerimizi O'na göstermek için götüren (Allah) her türlü noksanlıktan uzaktır. Şüphesiz O, her şeyi işiten ve görendir.
Her türlü eksiklikten münezzehtir o Allah ki, bir kısım âyetlerimizi göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haramdan alarak çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâ'ya seyahat ettirmiştir. O herşeyi işiten, herşeyi görendir.
Bütün varlıkların tespihi o kudretedir ki, ayetlerimizden bazılarını kendisine gösterelim/kendisini ayetlerimizden bir parça olarak gösterelim diye kulunu, gecenin birinde Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya/o en uzak secdegâha yürütmüştür. Hiç kuşkusuz, O'dur Semî' ve Basîr.
arulıġı anuñ, ol kim gice iltti ķulını bir gice, mescid-i harām’dan mescidi’l aķsa ya ol kim bereketlü eyledük yörendürisin anuñ tā gösterevüz aña nişānlarumuzdan. bayıķ ol oldur işidici görici.
Münezzehdür ol Allāh barça ‘ayblardan ki yürütdi ḳulını, bir giçede Mek‐keden Ḳudüse iletdi. Ol kim bereketlendürdük çevresini göstermeg‐içünözine bizüm āyetlerümüzden. Ol Allāh işidicidür göricidür.
Bə’zi ayələrimizi (qüdrətimizə dəlalət edən qəribəlikləri və əcaiblikləri) göstərmək üçün bəndəsini (Peyğəmbər əleyhissəlamı) bir gecə (Məkkədəki) Məscidülhəramdan ətrafını mübarək etdiyimiz (bərəkət verdiyimiz) Məscidüləqsaya (Beytülmüqəddəsə) aparan Allah pak və müqəddəsdir. O, doğrudan da, (hər şeyi) eşidəndir, görəndir!
Glorified be He Who carried His servant by night from the Inviolable Place of Worship to the Far Distant Place of Worship the neighbourhood whereof We have blessed, that We might show him of Our tokens! Lo! He, only He, is the Nearer, the Seer.
Glory to ((Allah)) Who did take His servant for a Journey by night(2166) from the Sacred Mosque(2167) to the Farthest Mosque,(2168) whose precincts We did bless,- in order that We might show him some of Our Signs: for He is the One Who heareth and seeth (all things).(2169)*
2166 The reference is to the Mi'raj for which see the Introduction to this Surah. 2167 Masjid is a place of prayer: here it refers to the Ka'bah at Makkah. It had not yet been cleared of its idols and rededicated exclusively to the One True God. It was symbolical of the new Message which was being given to mankind. 2168 The Farthest Mosque must refer to the site of the Temple of Solomon in Jerusalem on the hill of Moriah, at or near which stands the Dome of the Rock. This and the Mosque known as the Farthest Mosque (al Masjid al Aqsa) were completed by the Amir 'Abd al Malik in A.H. 68. Farthest, because it was the place of worship farthest west which was known to the Arabs in the time of the Prophet: it was a sacred place to both Jews and Christians, but the Christians then had the upper hand, as it was included in the Byzantine (Roman) Empire, which maintained a Patriarch at Jerusalem. The chief dates in connection with the Temple are: it was finished by Solomon about B.C. 1004; destroyed by the Babylonians under Nebuchadnezzar about 586 B.C.; rebuilt under Ezra and Nehemiah about 515 B.C.; turned into a heathen idol-temple by one of Alexander's successors, Antiochus Epiphanes, 167 B.C.; restored by Herod, B.C. 17 to A.C. 29; and completely razed to the ground by the Emperor Titus in A.C. 70. These ups and downs are among the greater Signs in religious history. 2169 Allah's knowledge comprehends all things, without any curtain of Time or any separation of Space. He can therefore see and hear all things, and the Mi'raj; was a reflection of this knowledge without Time or Space. In this and the subsequent verses, the reference to Allah is generally in the first person and plural. But in the first and the last clause of this verse it is in the third person singular: "Glory to Allah, Who did take His Servant. . .", "He is the One . .". In each of these two instances, the clause expresses the point of view of Allah's creatures, who glorify Him, and whose hearing and seeing are ordinarily so limited that they can do nothing but glorify Him when one of His creatures is raised up to hear and see the Mysteries. It is they who glorify Him. (R).