Hicretin altıncı yılında, Hz. Peygamberin Hudeybiye’den Medîne’ye dönüşü esnasında indirilmiştir. Adını, müminlere büyük bir zaferi müjdeleyen ilk ayetinden almıştır. 29 ayettir.Hz. Peygamber, rüyasında arkadaşlarıyla birlikte Mekke’ye gidip Kâbe’yi ziyaret ettiğini görmüştü. Oysa o günlerde bunun gerçekleşmesi görünüşte imkânsız gibiydi. Çünkü Mekkeli müşrikler Müslümanlara Kâbe yolunu kapatmışlardı. Daha bir yıl önce Hendek savaşında Medîne’yi kuşatma altına alan müşriklerin egemenliği altındaki Mekke’ye gitmek, intihardan farksız görünüyordu. Fakat gördüğü rüyanın ilâhî bir buyruk olduğunu bilen Peygamber, hiç tereddüt etmeden sefer hazırlıklarına başladı. Bu arada, kendilerine katılmaları için civardaki müttefik kabîlelere de haber gönderdi. Ne var ki, onlar bu tehlikeli yolculuğu göze alamadıklarından, çeşitli bahaneler öne sürerek gelemeyeceklerini bildirdiler. Böylece, 1400 kişilik gönüllülerden oluşan ve üzerlerinde birer kılıçtan başka silah bulunmayan kafile, haccetmek için Mekke’ye doğru yola çıktı.Kafilenin yaklaştığını haber alan Mekkeliler, bütün Arap geleneklerini çiğneyerek hacıların şehre girişini engellemeye karar verdiler. Bunun için, iki yüz atlıdan oluşan bir süvari birliğini Müslümanların yolunu kesmek üzere yola çıkardılar. Bunu haber alan Peygamber derhal yolunu değiştirdi ve son derece sarp ve ıssız yollardan büyük zorluklarla geçerek Mekke yakınlarındaki Hudeybiye düzlüğüne ulaşıp orada konakladı. Daha sonra, Mekkelilerin gönderdiği 80 kişilik bir askerî birlik Müslümanların kampına saldırıda bulundu, fakat hepsi yakalanıp esir edildi. Peygamber, iyi niyet gösterisi olarak bu esirleri serbest bıraktı. Buna rağmen müşrikler küçük birlikler göndererek Müslümanları tahrik edip kanlı bir savaşın içine çekmek istedilerse de, her defasında Peygamberin kararlı tutumu ve Müslümanların sabır ve disiplini sayesinde amaçlarına ulaşamadılar. Daha sonra Peygamber, savaşmak için gelmediklerini, aksine Kâbe’yi ziyaret edip kurban kestikten sonra geri döneceklerini Mekkelilere bildirmek üzere Osman bin Affan’ı Elçi olarak gönderdi. Hz. Osman’ın Mekke’ye varışından kısa bir süre sonra öldürüldüğü söylentileri Müslümanlara ulaşınca, Mekkelilerden topyekün bir saldırı bekleyen Peygamber, arkadaşlarını bir ağacın altında topladı ve ölünceye kadar savaşacaklarına dâir onlardan söz aldı. Fakat birkaç gün sonra, Hz. Osman’ın öldürülmediği ve Mekkelilerin anlaşmaya hazır oldukları anlaşıldı. Böylece, iki taraf arasında sürdürülen uzun görüşmelerin ardından, Hudeybiye Barış Antlaşması imzalandı. Buna göre:1. On yıl süreyle iki taraf arasında ateşkes yapılacak ve bir taraf diğeri aleyhinde gizli veya açık hiçbir faaliyette bulunmayacaktı.2. Müşriklerin velâyeti altında bulunan bir kişi —ki antlaşma metninde “racul” yani adam kelimesiyle ifade edilmişti— Mekke’den kaçıp Medîne’ye sığındığı takdirde velisine iade edilecek, fakat Medîne’den kaçıp Mekke’ye sığınanlar Müslümanlara iade edilmeyecekti.3. Arap kabîleler, taraflardan birini seçerek bu anlaşmaya katılabileceklerdi.4. Müslümanlar bu yıl Kâbe’yi ziyaret etmeden geri dönecekler, ancak gelecek yıl gelip Mekke’de üç gün kalacaklardı. Peygamberin imzaladığı bu şartlar, Müslümanları büyük bir hayal kırıklığına uğratmıştı. Özellikle ikinci maddeyi büyük bir haksızlık ve zillet olarak görüyorlardı. Bütün bunların ötesinde, Peygamberin gördüğü rüyanın gerçekleşmemiş olması onları derinden yaralamıştı. Çünkü Peygamber rüyasında Kâbe’yi ziyaret ettiklerini görmüş, fakat Mekke’ye ayak bile basamadan geri dönmek zorunda kalmışlardı. Oysa bu konuyu değerlendirirken, şu ince noktayı gözden kaçırıyorlardı: Onlara bu ziyaret müjdelenmiş, ama bunun o yıl gerçekleşeceği söylenmemişti. Zaten sadık rüyalar bazen bir gün, bazen bir yıl, bazen de yıllar sonra gerçekleşir. Yûsuf Peygamberin rüyası da uzun yıllar sonra gerçekleşmişti. Nitekim, Hz. Peygamberin rüyası ertesi yıl gerçekleşti ve müminler, aynen rüyada haber verildiği gibi Kâbe’yi ziyaret ettiler. Böylece, Peygamberin açık bir mûcizesi daha gerçekleşmiş oldu. Öte yandan, Müslümanların başlangıçta ağır bir yenilgi ve zillet olarak değerlendirdikleri barış antlaşmasının, aslında —Allah’ın yıllar öncesinde buyurduğu gibi— muhteşem bir zafer olduğu, daha sonra gelişen olaylarla açıkça ortaya çıktı. Şöyle ki: 1. Bu antlaşmayla birlikte, Arabistan’da İslâmî bir yönetimin varlığı ilk defa resmen kabul edilmiş oluyordu. 2. Bu antlaşma sayesinde, Mekkelilerin propagandası yüzünden Arabistan’daki kabîlelerin gönlünde İslâm aleyhinde yerleşmiş olan kin ve nefret duyguları biraz olsun dinmişti.3. Barış ortamı, iki toplum arasındaki ticari ve kültürel alışverişi canlandırdı ve Müslümanlar, Arabistan’ın en uzak noktalarına dağılarak süratle İslâm’ı yaymaya başladılar. Öyle ki, Hudeybiye antlaşmasından önceki 19 yıllık süre içerisinde Müslüman olanların toplam sayısı kadar insan, bundan sonraki iki yıl içinde İslâm’a girmiştir. 4. Peygamber, savaşın durdurulmasından sonra Medîne’de İslâm Devletini güçlendirerek, örnek bir İslâm toplumu oluşturma imkanı buldu. 5. Bu antlaşma sayesinde ülkenin güney sınırları emniyete alınınca, Kuzey ve Orta Arabistan’daki kabîleler İslâm Devleti’nin hâkimiyeti altına girdiler.Bu antlaşma şartları içinde Müslümanlara en ağır geleni, Mekke’den kaçarak Medîne’ye gelenlerin iade edilmesi, buna karşılık Medîne’den kaçıp Mekke’ye gidenlerin iade edilmemesini öngören madde idi. Fakat kısa zaman sonra, bu madde de Mekkeliler aleyhine işlemeye başladı. Şöyle ki, anlaşmanın yapılmasından birkaç gün sonra, Ebu Basir isimli bir Müslüman, müşriklerin elinden kurtulup Medîne’ye ulaştı. Hz. Peygamber, anlaşma gereği onu Mekkelilere geri verdi. Fakat Ebu Basir, bir yolunu bulup, kendisini Mekke’ye götüren müşriklerin elinden kurtulup kaçtı ve Kızıldeniz sahilinde müşriklerin ticâret kervanlarının geçtiği yol üzerinde yerleşti. Bu olaydan sonra Mekke’den kaçan her Müslüman, Ebu Basir’in kurduğu silahlı birliğe katıldı. Nihâyet sayıları 70’i bulan bu insanlar, Mekke’deki bütün mal varlıklarına el koyan Kureyş müşriklerinin kervanlarına saldırılar düzenlemeye başladılar ve kısa bir süre sonra, Kureyş’in ticareti durma noktasına geldi. Fakat Hudeybiye Antlaşmasının ilgili maddesi gereğince, Peygamber bu Müslümanlardan sorumlu tutulamıyordu. Bu yüzden, bizzat Mekkelilerin ricası üzerine, antlaşmanın bu maddesi yürürlükten kaldırıldı ve Ebu Basir ile adamlarının Medîne’ye sığınmasına müsaade edildi. Bütün bunlar, antlaşmanın üzerinden daha iki yıl geçmeden gerçekleşmişti. Oysa antlaşmanın yapıldığı günlerde, müşrikler bunun kendileri için büyük bir başarı olduğunu düşünüyor, Müslümanlar ise ağır bir zillete boyun eğdiklerini zannederek Peygambere sitem ediyorlardı. İşte, Hudeybiye Antlaşması’nı kendileri için ağır bir yenilgi ve utanç verici bir zillet olarak değerlendiren Müslümanlar, büyük bir hayal kırıklığı ve üzüntüyle Hudeybiye’den çıkıp Medîne’nin yolunu tutmuşlardı ki, ilâhî direktiflerle imzalanan bu antlaşmanın gerçekte muhteşem bir zafer olduğunu ve bu olayın, peş peşe gelecek daha nice zaferlerin başlangıcı olduğunu müjdeleyen mübarek Fetih Sûresi nazil oldu: